Şimdi benim bu yazımı kızmadan okuyun. Baştan anlaşalım. Her Türk’ün rüyası olan bir şeyi eleştireceğim için de her türlü riski göze alıyorum bu yazıyı yazarken.
Zaten geçen gün bir arkadaşım uyardı, “sana ne oluyor böyle bir gün emlakçıları karşına alıyorsun, bir gün yazılımcıları, bir gün bir şey gelecek başına” diye. Gerçekten de arkadaşım bunu söyleyene kadar da hiç düşünmemiştim.
Salı sabah namazı sonrası Eyüp Sultan’dan çıkıp çorbamızı içtik. Sonra da kabirleri ziyaret ede ede yukarıya, Pierre Loti’ye kadar çıktık.
Hem tırmanmak gerektiğinden, hem de çok erken saat olduğundan sadece Japon turistler vardı bizim dışımızda. Başka ülkelerin turistlerinin uyuduğu saatlerde çıkmış, günün en güzel saatinde en güzel manzarasına karşı Türk kahvelerini yudumluyorlardı.
Sizi turistleri gezdiren taksici gibi dolaştırdığımın farkındayım, ama değil mi ki bugün pazar? Değil mi ki sizinle haftada bir görüşüyoruz? İki lafın belini kırıp biraz boş lakırdı etmek de hakkımız olsun.
Evet, şimdi koca bir emlak sektörünü, bir beton imparatorluğunu karşıma almak için hazırım.
Zaten, fâni olduğumuz ve öldüğümüzde yanımızda bir çakıl taşı bile götüremediğimiz şu dünyada bir tapu sahibi olmayı hep ironik bulmuşumdur.
Hayalinizdeki ev diyorlar satarken, yahu insan gibi muhteşem bir varlığın hayali bir çatı ve dört duvar olabilir mi cidden?
Şimdi düşünün. Biz evi, otomobili yatırım aracı olarak görmeseydik sizce şu an ev, dükkân, otomobil fiyatları böylesine uçar mıydı?
Üstelik de ev dediğimiz şey insanın en temel haklarından ve ihtiyaçlarından biri olan barınma hakkının karşılığı. Yani lüks değil.
Son zamanlarda evlerini terk edip karavana taşınan, eski otobüsleri alıp tadilat yaptırıp eve dönüştüren insan haberleri okuyorum, videoları izliyorum. Türk bunlar üstelik. Ve bu daha da artacak. Düşünün şimdi yaz aylarındayız. Bir de bunun kışı var.
Öyle bir sistem kurduk ki el birliği ile, toplumun yüzde yirmisinin beşer evi var. Kalan yüzde seksen de o yüzde yirminin kiracısı.
Bizim eve, arsaya yatırımı bu kadar sevmemizin iki sebebi var. Birincisi parayı yönetmeyi bilmiyor ya da kendimize güvenmiyor oluşumuz, ikincisi de bir an önce çok agresif oranlarda değer kazanıp bizi çalışmadan, emek vermeden zengin etmesini isteyişimiz.
Ben bunu söyleyince masamızdaki profesyonel bir sporcu “Peki ben ne yapacağım o zaman kazandığım parayla gayrimenkul almayıp? 35’imden sonra profesyonel sporculuk bitecek, ben şimdi kazanıyorum, şimdi kazandığımı doğru değerlendirmezsem o zaman ne yapacağım?”
“Böyle söyleyince sizin de aklınıza ünlü sporcular ve sanatçıların 50-100 evi var” haberleri geldi değil mi? Herhâlde benim bizzat tanıdığım 30 insan vardır 50-100 evi olan.
Okudukça çarpıklığı mı fark ediyorsunuz yoksa “Ömer ne saçmalıyor böyle” mi diyorsunuz keşke bilebilsem. Ama devam edeceğim.
Düşünün, ev alırsanız uzun vadede kazanacağınıza inanmanız “Türkiye’de enflasyon hep olacak, daha da artacak” fikrine yatırım yaptığınız anlamına gelmiyor mu? Peki milyonlarca insan aslında özünde buna inanıyorsa o zaman enflasyon yüksek diye niye dövünüyoruz?
Toplum olarak, parası olan ve yatırım yapmış olan insanlarımız olarak enflasyon etkisine bel bağladıysak o zaman enflasyondan niye şikâyet ediyoruz? Değer kazanmak dediğimiz enflasyon değil mi?
“Sattığım şeyler enflasyondan maksimum derecede etkilensin ama aldığım şeyler enflasyondan etkilenmesin.” diyoruz galiba içimizden. Yok öyle yağma kusura bakmayın.
Olması gereken neydi? Bence şuydu dostlar.
Biz üretime yapmalıydık yatırımı. Herkes kendi çapında, kendi büyüklüğünde irili ufaklı üretime yatırmalıydı parasını. Kazandıran tek şey üretim olmalıydı.
Bu ürün olur, marka olur, tasarım olur. Elimiz neye yatkınsa, ailemizden ne gördüysek, ama Türkiye’ye değil, dünyaya.
Üretimi hiç yapamayanlar da olacak elbette. Mesela bahsettiğim profesyonel sporcu kardeşimiz. Bakacak etrafına, iyi bir iş kurmuş, büyüyen, gelecek vadeden kim varsa ona yatıracak parasını.
Böyle bir ülke inşa ettiğimizi bir düşünsenize, fabrikaları gürül gürül çalışan, ülkenin insanlarının o fabrikalara hem ortak olup hem o fabrikalarda çalıştığı. Kim evin arabanın değerine bakar ki? Ev de araba da araç hâline dönüşür o zaman. Tıpkı olması gerektiği gibi.