NE OLACAK BU KÖPEKLER!

A -
A +

* Gün geçmiyor ki sokak köpekleri bir vaka çıkarmasın. Köpekler, her devirde cemiyetin başına bela olmuştur...

 

* Mahlukat insanların istifadesi için yaratılmıştır. Hayvanların hayat hakkı insanların istifadesi ve emniyeti ile sınırlıdır...

 

 

 

Müslüman Türk, köpeğe, kedi kadar itibar etmemiştir. Kedinin idrarı elbisede necis bile değilken, köpeğin yaladığı yer bile pis olur. Hatta bazı âlimlere göre biri topraklı suyla olmak üzere yedi defa yıkanması icab eder. Bu sebeple köpek, cemiyette ürkülen ve uzak durulan bir hayvan olmuştur.

 

Hadîs-i şeriflerde, “Hiçbir ev halkı yok ki, evde köpek bağlasın da her gün sevabından bir kırat eksilmesin. Ancak av, bekçi veya koyun köpekleri hariç” buyuruldu. (Tirmizî)

 

Bir ara vahiy kesilmişti. Bunun sebebi sorulduğunda Cebrail aleyhisselâm, “Biz, suret ve köpek bulunan eve girmeyiz” dedi. Sonra küçük yaştaki Hazret-i Hasan’ın oynadığı köpek yavrusunu eve getirdiği anlaşıldı. (Ebu Davud, Nesaî)

 

Hadis-i şerifte, “Hayvanlardan fâsık (zararlı) olan şu beşi Harem-i şerifte bile öldürülebilir: Karga, çaylak, fare, akrep ve saldırgan köpek” buyuruluyor. Anlaşılıyor ki, ekseriya zarar veren köpekleri öldürmek câiz, hatta müstehap oluyor. Zararı kati ise vacip oluyor.

 

NE OLACAK BU KÖPEKLER!

 

Nitekim İbn Ömer ve Cabir anlatır: “Resulullah aleyhisselamın talimatı üzerine Medine ve civarındaki başıboş köpekler itlaf edildi. Etraf temizlendikten sonra Resulullah artık bu işe lüzum kalmadığını bildirdi. Av, çoban ve bekçi köpekleri istisna edildi.” (Buhari, Müslim, Müsned)

 

Bütün mahlukat insanların istifadesi için yaratılmıştır. Hayvanların hayat hakkı insanların istifadesi ve emniyeti ile sınırlandırılmıştır. Etinden, yününden, derisinden istifade için nasıl hayvanlar boğazlanıyorsa, zarar sebebiyle de öldürülmesi dinen meşru kılınmıştır. Bu itlafın sebebi de hem insanların emniyetini hem de şehrin sıhhat ve temizliğini temindir.

 

 

Herkes sevecek mi?

 

 

Köpeklerden ürküntü duymak, onlara merhametli davranmaya aykırı değil elbette. Resulullah, eski ümmetlerden kötü namlı bir kadının, susuzluktan ölmek üzere kuyunun başında bekleyen bir köpeğe ayakkabısıyla su çıkarıp verdiği için affedildiğini söyler.

 

Bir hadîs-i şerif, kıyâmet yaklaştığında, bir adama köpek yetiştirmenin, çocuk yetiştirmekten daha cazib geleceğini haber verir (Hâkim). O zamanın geldiği aşikârdır.

 

Herkes köpek sevecek diye bir kaide yoktur. Ama köpek sevenlerle sevmeyenlerin bir arada yaşaması da kolay değildir. Hâlihazırda köpeklerin değil ama, sahiplerinin, herkesten köpeklere katlanmasını, hatta onları sevmesini egoistçe beklediği de bir hakikattir. Bazısı da köpekleri canlı bir oyuncak olarak ve kendi nefisleri için sevmektedir. Sahibini ısıran köpek az değildir. Gazi’nin meşhur köpeği Foks, epey misafire saldırıp çoklarının pantolonlarını parçaladıktan sonra, sahibinin de elini ısırınca uyutulmuş, derisi doldurularak köşke konmuştu.

 

NE OLACAK BU KÖPEKLER!

 

 

Kinofobi

 

 

“Korkma, bir şey yapmaz” sözüyle mesele bitmiyor. Köpek korkusunun bir de adı var: Kinofobi. Eskiden köpek bir insanın kendisinden korktuğunu anlarsa, saldırır derlerdi. Hatta güya köpekler bunu, o kişinin kulaklarının arkasından çıkan ve herkesin göremediği dumandan anlarlarmış. Seyyid Abdülhakîm Efendi bu vadide şu mısrayı söylerdi: Es’adü’l-yevmi yevmün lâ ere’l-kelbe ve le’l-kelbü yerânî. (En saadetli günüm şüphesiz şu gündür ki/Köpeği görmedim, köpek de görmedi beni.)

 

Köpeği görünce çömelmenin ve elde değnekle gezmenin faydasına inanılırdı. Saldıran köpeğe, taş da işe yarayan bir silah olarak bilinirdi. Şehre gelen köylünün, parke taşlı sokakta önüne çıkan köpekleri görünce, “Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar” dediği meşhurdur. Köpeği görünce okunacak dualar bile öğretilirdi. Köpek deyince akla hemen kuduz gelirdi.

 

Vaktiyle şark kasabalarından birinde müftülük yapan Ali İhsan Efendi’yi bir gün köpek kovalamış. Efendi rastgele bir evin kapısını açıp içine saklanmış. Sonra yardıma gelenler, “Siz müftüsünüz. Okuyup üfleseniz köpek size dokunmaz” dediklerinde, “Ben köpeği gördüğüm zaman Kelime-i şahadeti bile unutuyorum” diye latife yapmış.

 

NE OLACAK BU KÖPEKLER!

 

 

Sadakat... Dalkavukluk...

 

 

Av, bekçi, çoban ve (körler için) muhafız köpeklerin faydası inkâr edilemez. Bunlar zaten adama saldırmaz. Ârifler köpeğin sadakatini tabasbus (yaltaklanmak) olarak görür ve beğenmez. Namık Kemal,

 

Muîni zâlimin dünyada erbâb-ı denâettir

 

Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten

 

beytiyle zalim avcıya hizmetten zevk alan köpekteki aşağı tabiata dikkat çeker.

 

Şair Deli Hikmet’in;

 

Biz ne âdi köpekleriz/Her geleni etekleriz, mısralarında da buna işaret vardır.

 

 

İşkenceci masum

 

 

Sokak köpekleri pek de zannedildiği kadar masum değildir. Muallim Naci, çocukken kendisine saldıran köpeklerin elinden zor kurtulmuştu. Hattat Şefik Efendi, saldıran köpeklerden kaçarken Haliç’e düşüp boğulmuştu. (1880)

 

1849’da İstanbul’a gelen İngiliz yazar ve seyyah Albert Richard Smith, hamam dönüşü sokak köpeklerinin elinden zor kurtulduğunu anlatır; bunu işkence diye tavsif eder.

 

Fransız yazar Claude Farrere, 1904’te sokak köpeklerinin saldırdığını, evvelden beslediği bir anne köpeğin kendisini kurtardığını anlatır. (Türklerin Manevi Gücü)

 

1890’larda İstanbul’a gelen Alman piyanist Anna Rilke, Eminönü meydanında etrafını köpeklerin ve dilencilerin sardığını; dilencilere para, köpeklere de ekmek atarak kurtulduğunu hikâye eder.

 

İstanbul’a hiç gelmemiş Jules Verne bile Keraban le Tetu (İnatçı Kahraman Ağa) romanında İstanbul’un sokak köpeklerinden yakınmıştır.

 

İngiliz yazar Hervé, “Şehrin Beş Laneti” arasında sokak köpeklerini de sayar. 

 

1867 senesinde İstanbul’a gelen Amerikalı yazar Mark Twain, sokak köpeklerinin yolları kapattığını, ama zararlarının mübalağa edildiğini söyler.

 

 

Köpeklerin sürgünü

 

 

Modern şehirleşmeyle beraber sokak köpeği meselesi ortaya çıktı. Köylüler fazla köpek yavrularını getirip şehirde azıtıyordu. Köpek sahipleri de aynısını yapıyordu. Belediyeler hem vatandaşı köpek taarruzlarından korumak hem de hıfzıssıhha namına sıkı tedbirler aldı. Avrupa şehirlerinde böyle bir mesele kalmadı. 1800’lerin başından itibaren Sahipsiz köpekler itlaf edilmiş, köpek besleyenlere de vergi getirilmişti.

 

Eskiden beri İstanbul sokakları köpeklerin elindedir. XIX. asırda İstanbul’da 40-50 bin kadar sokak köpeği olduğu zannedilmektedir. Sultan II. Mahmud, yeniçerilerden sonra şehri köpeklerden de temizlemeye teşebbüs etti. O zaman uyutmak ve kısırlaştırmak mümkün olmadığı için garip bir yol denendi. Sivriada’ya sürülmek üzere köpeklerle doldurulan tekne, fırtınaya yakalandı, dalgalar tekneyi geldiği yere fırlattı. Bunun ilahî bir ihtar olduğu düşünülerek vazgeçildi. Bunun beceriksizce olduğunu kimse düşünmedi.

 

Sultan Aziz zamanındaki teşebbüs muvaffak oldu. Ancak bu sefer İstanbul’da çıkan peş peşe yangınlar, bir intikam olarak görüldü; köpekler apar topar geri getirildi. 1889’da Alman İmparatoru İstanbul’a geleceği zaman, sokak köpeklerinin temizlenmesi konuşuldu. Ancak halkın protestosu üzerine vazgeçildi. Basit ve cahil halk, olup biteni mantıksız da olsa metafizik bir sebebe bağlamayı sever.

 

 

Köpeklerin âhı!

 

 

Meşrutiyet devrinde İstanbul şehremâneti (belediyesi), sâri hastalık endişesiyle sokak köpeklerini bir bir toplattı. 1910’da Çingeneler tarafından tahta kıskaçlarla toplanıp, kafeslere yerleştirildi. Mavnalarla Sivriada’ya götürülüp bırakıldı.

 

Köpeklerin uğultusu günlerce İstanbul halkını rahatsız etti, vicdanlarını parçaladı. Gelip gecen teknelerden adaya yiyecek atanlar oldu.

 

Bir müddet sonra köpekler açlıktan öldü; sağ kalanlar ölenleri yedi. Köpek leşlerinin kokusu, semaları sardı. Uyanık bir Fransız, bu köpeklerden kalan deri, kemik tozu, yağ ve gübre malzemesini toplayıp Marsilya’ya sattı.

 

1911’de sayıları yine on binleri bulan sokak köpekleri, Şehremini Dr. Cemil Topuzlu’nun emriyle yavaş yavaş imha edildi. Kısa bir zaman sonra başa gelen felaketleri, halk, bu köpeklerin âhına bağlamıştır. Hâlbuki “İtin duası kabul olsa, gökten kemik yağardı” derler...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Yalınız Efe 7 Haziran 2024 22:32

Bu millet âlim değildir ama âriftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer, fark eder ve bilir. (Ömer Seyfeddin)

Osman 4 Haziran 2024 12:06

Osmanlı Devleti’nin kudretli padişahı Kanunî Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde zaman zaman gezintiye çıkardı. Ağaçları, çiçekleri çok sever, sarayın bahçesinde kuş sesleri arasında denizi seyre dalardı. Bir gün yine bahçede dolaşırken meyve ağaçlarından birkaç tanesinde çürüme emareleri fark etti. Dikkatli inceleyince ağaçların karıncaların istilasına uğradığını gördü. Aklına ağaçları ilaçlayıp karıncalardan kurtarmak geldi. Ancak karınca da can taşıyordu. Bunun vebali olacağını düşünerek hocası Ebussuud Efendi’ye danışmak istedi. Hocasını odasında bulamayınca edebi üslupla bir soru yazıp odasına bıraktı. Sanatkâr ruhlu bir hükümdar olan Sultan Süleyman, mahir bir kuyumcu olmasının yanı sıra Muhibbi mahlasıyla şiirler de yazardı. Onun ince bir üslupla yazdığı sualini Ebussuud Efendi odasına döndüğünde gördü ve tebessümle okudu. Sonra Kanunî’nin yazmış olduğu satırların altına sualin cevabını yine şairane bir üslupla yazdı. Kanunî hocasına şöyle sormuştu: Meyve ağaçlarını sarınca karınca / Günah var mı karıncayı kırınca? Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap veriyordu: Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca. Konunun dini yönü mutlaka araştırılıp, ehli sünnet alimlerinden fetva alınmalıdır.