21. yüzyıldan önce tartışmalar şurada kilitlenirdi: "Sağcı mısın, solcu musun?"
Bazı ülkelerde sağ ya da solun neredeyse yasaklı olması sebebiyle bu tartışma başka isimler altında yapılırdı ama yaklaşım değişmezdi. Aradan geçen zamanda sağ ve sol ekstrem uçlardan ortalara doğru kaymaya başlayınca bu tartışmanın yerini başka tartışmalar almaya başladı.
Sol taraf kolektivizmi sağ taraf kapitalizmi desteklerken, sosyal demokrasi ve liberalizm kavramları daha fazla konuşulur oldu. Komünizm çökerken, özelleştirmelerle beraber liberalizm yükselişe geçti. Ancak kapitalizm bir süre sonra liberalizmi sömürmeye başladı ve pandemide bir de "devlet kapitalizmi" gibi bir bel ürettik. Aslına tüm bunların temeli iktisadi sistemlere dayanıyor. Dolayısıyla taraf seçmeden önce meselenin kaynağına inmekte fayda var.
İktisadi sistem esasında, ulusal ekonomide ihtiyaçlarla üretim arasındaki dengeyi en etkin şekilde sağlayacağı savunulan bir mekanizmanın bütünüdür. Şu hâlde sistemler arasında amaç açısından değil, bu amaca varmak için önerilen yöntem ve araçlar açısından farklar vardır denilebilir. İktisadi Sistemler çeşitli yönlerden sınıflanabilir. Geniş bir tanımlama ile kapalı ekonomik sistemler ve mübadele ekonomisi sistemleri olarak iki grupta toplamak mümkündür.
Kapalı ekonomi sisteminde üreticiler yalnız kendi ihtiyaçları için üretimde bulunurlar. İhtiyaç-üretim dengesi dışa kapalı bir grup içinde kurulur; dışarıdan mal almak veya dışarıya mal satmak yolları aranmaz. Tarih boyunca hiyerarşik bir sosyal bünyeye sahip olan kapalı ekonomilerde, üretim faaliyetini ve ürünlerin fertlere dağılımını, bütün iktidarın ve hakların tek sahibi olan şef, senyör, reis, kral, sultan vs. ayarlardı. İhtiyaçlar basit olduğundan üretim tekniği de ilkeldi. Güven duygusu, bağımsızlık tutkusundan önce geliyordu. Bazı ülkelerde hâlâ devam eden ama artık genellikle tarihte kalmış bu sistemde, bağımsızlığın iktisadi güven yanında pek önemi yoktur.
Yine tarihte mübadele ekonomisi sistemlerinde, her fert kendi ihtiyacından daha çoğunu üretip bu fazlayı diğer ihtiyaçlarını üretemediği mallarla mübadele ederdi. Bu sonucu oluşturan iş bölüşümü ve uzmanlaşmaydı. Mübadele ekonomisi, ihtiyaç-üretim dengesini en etkin sağlamak için kullanılan araçlar ve yöntemler bakımından başlıca iki sisteme evrilmiştir: Kapitalizm ve Sosyalizm.
Teoriye göre Kapitalizmde iktisadi denge piyasa mekanizması yoluyla kendiliğinden gerçekleşir. Bu otomatik mekanizmanın işlemesi için, üretim araçları tamamen özel mülkiyetin olmalıdır. Üretim araçlarının sahibi olan girişimciler veya girişimci-kapitalistler üretimi organize ederler. Üretimi gerçekleştirebilmek için gerekli olan insan emeğini de emekçiler veya işçiler sağlar. Böyle bir toplumda girişimci-kapitalist sınıf ile işçi-emekçi sınıf arasındaki ilişkiler çok önemlidir. Devlet ilke olarak, iktisadi hayata katılmaz ve karışmaz. Kapitalist sistemin dinamik unsuru girişimci-kapitalistin "kâr motifi"dir. Girişimci bu sistemin işlemesinde birinci derecede role sahiptir. Üretim faktörlerini faktör piyasalarından sağlayan girişimci, faktörleri organize ederek ürettiği malları mal piyasalarında satar. Piyasalar bir yandan malların, öte yandan faktörlerin fiyatlarını ve dolayısıyla faktörlerin toplam üründen alacakları payları belirler. Girişimciler arasındaki rekabet, ekonomide etkinliği arttırır. Bu nedenle uygulanan üretim tekniği ileridir. Girişimciler hem gitgide büyüyen ve yoğunlaşan talebi karşılamak, hem de yeni ihtiyaçlar oluşturmak için teknolojik yenilikleri üretime uygulayarak, üretimin devamlı şekilden ilerlemesini sağlarlar. Dinleyince kulağa hoş geliyor değil mi?
Sosyalist sistem ise iktisadi dengeyi, merkezî otorite ve planlama aracılığı ile gerçekleştirilmeyi amaçlar. Üretim araçları asla özel mülkiyete bırakılmaz. Üretim araçlarının sahibi kamu adına devlettir. Üretimin yönetimi ve gelir dağılımının belirlenmesi merkezden yapılır. Ekonomide girişimci-kapitalist bulunmadığına, ülkede hem yönetenler hem de yönetilenler emekçi olduğuna göre, görünüm tek sınıflı bir toplumdur. Bununla birlikte piyasa mekanizmasının olmaması, tüm iktisadi işlemleri planlayacak, düzenleyecek ve uygulayacak bir teknokrat ve bürokrat kitlenin, emekçilerden öncelikli ve ayrıcalıklı görülmesinde de sebep olur elbette. Tüm iktisadi faaliyetler emredici niteliğe sahip merkezî plan aracılığı ile yürütülür. Üretim tekniği sosyalist sistemde de ileri düzeyde olabilir. Kâr motifi yerini kamuya ve hizmet motifine bırakmıştır. Bu sistemin de "iyi niyetli" insanlar sayesinde saat gibi çalışacağını düşünenler vardır elbette.
Gerek kapitalist gerek sosyalist sistemin tüm yapısal özellikleriyle uygulanmasına aradan geçen uzun zamana rağmen rastlamak imkânsızdır. Çünkü 19. yüzyılda, yukarıda sayılan özelliklere az çok sahip olan kapitalist sistem uygulaması, sonraları emekçi sınıfın örgütlenmesi, tam rekabet şartlarının bozulması, uygarlık kavramlarının değişmesi ve devletin yalnız polis-devlet olmaktan çıkıp birtakım toplumsal görevler yüklenmesi vs. nedeniyle bugünkü aşamaya kadar varan değişiklikler geçirmiştir.
Aslında bugün özel girişimci-kapitalist ile birlikte kamunun, iktisadi hayata katıldığı, karıştığı ve ekonomiyi kısmen yönettiği ve kontrol ettiği bir karma ekonomi uygulamasına varmış bulunuyoruz. Sosyalist sistem de hiçbir zaman bütün özellikleriyle tam uygulama alanı bulamamıştır. Sosyalist sistemi uygulayan ülkelerin bir kısmı üretim aracı olarak nitelenebilecek bazı değerleri özel mülkiyete teslim etmek zorunda kalmışlardır. Üretimi hızlandırmak için zaman zaman kâr motifine benzeyen bazı motifler uygulamaya koymuştur.
Bu belirtilere bakarak iki sistem arasında zaten amaç farkı olmadığından, bir yakınlaşma eğiliminin ortaya çıktığını savunanlar giderek artmaktadır. Bu da başka bir tartışma konusu ancak, devlet kapitalizmi ve neoliberalizm gibi kalkınma, refah ve adalet kavramlarını hiçe sayacak yaklaşımların destekçilerinin de giderek arttığını endişeyle gözlemliyoruz.
Bugün bile kanunlar karşısında eşit şekilde korunan ve muamele edilen bireylerin özgür iradeleriyle ortaya koyduğu iktisadi faaliyetlerin, devleti yönetenlerin vizyon ve desteğiyle ilerlemenin sağlandığı bir ortam için ideal sistem üzerinde tartışmalar sürüyor. Çok şükür ki aklı başında hiç kimse böyle hedefin merkeziyetçilik ya da oligarşiden geçtiğini düşünmüyor.
Prof. Dr. Emre Alkin'in önceki yazıları...
Toplum bilinci ve iradesi olmadan yol alamazsınız, sadece seyirci olursunuz, isterseniz de istemeseniz de.