Tarih geçmişin incelenmesi kadar, ilerlemenin ölçülmesi için de önemlidir. Şartların iyiye gitmesi gerekir ki ilerlemeden bahsedilsin. Ancak, ilerlemeyi de ölçmek kolay değil. Her yandan ve yönden yağan bilginin hangisinin doğru olup olmadığı konusunda hepimizin kuşkusu var. Ayrıca her zaman bilgi gerçeği yansıtmaz. Dolayısıyla elimize ulaşan bilgilerden yaptığımız kurguları "gerçek" diye sunamayız. "Senaryo" ya da "ihtimal" dememiz daha ahlaklı olur.
İktisadi kararlar ile siyasi kararlara etki eden bilgi ve yaklaşım seti elbette farklıdır. Bu iki alanda "doğru" olan ile "gerçek" olan sürekli çelişir. Yine iktisadi kararlar mümkün mertebe gerçeğe, siyasi kararlar ise kitlenin hoşlanacağı hikâyeye dayandırılır desem yanlış olmaz. Örnek vermek gerekirse yanlış bilgilerle hazırlanmış bir mali tablo işin erbabı için "çok doğru olmuş" dedirtebilir, ancak gerçeği yansıtmaz.
Şimdi işin tersinden bakalım. Yaşadığımız çağda gelişmeler, gerginlikler ve tepkiler de çoğunlukla gerçektir ama doğru bilgiye dayalı olmayabilirler. Hâlbuki, ancak ve ancak doğru bilgi sayesinde başımıza gelenleri önleyebiliriz. Demek ki, siyaset kurumu vatandaştan doğru bilgiyi saklamasının bir sebebi var. Vatandaşın başına gelecekle alakalı tedbir almasını önlemek. "Benden duymadıkça inanma" demek aslında bilginin serbest dolaşımı yerine merkezden üretilmesini sağlamaktır ki gelişmeye karşı bir davranıştır.
Harari son kitabında "Ne ilginçtir ki popülizm bazı grupların gücü eline almalarının tehlikesinden bahsederken, gücün hoşuna giden kişi ya da grupların eline geçmesine alkış tutar" demiş. Demek ki bu yüzyılın bilgi-doğru-gerçek tanımlamaları bizleri evrensel ilkelerin çiğnenmesine kadar götürecek. Daha şimdiden başladı desem yanlış olmaz.
Bu satırları yazmamın sebebi, siyasette olan bitenlerin belli bir amaca veya plana hizmet eden gelişmeler olduğunu düşünme yanılgımızdır. Enformasyonu ya da dezenformasyonu kendi emeli için paylaşan ve yayanların %100 başarı için ellerinde hiçbir garanti yoktur. Eğer amaç hasıl olmaz ise, başka yöntemler denenmeye başlar. Burada iki profilin çok ciddi sıkıntı yaşadığını görüyoruz. Biri rasyonel düşünen ve derinlikli analiz yapmaya meraklı olanlar, diğeri ise gelişmeleri basite indirgeyip kahvehane yaklaşımıyla yorum yapanlar. Her iki tarafın da öngörüleri genellikle tutmuyor. Belki hedefin ne olduğunu kavrasalar da uygulanan metot ile başarılmasının mümkün olmadığını göremiyorlar. Bir süre sonra karar alıcılar sonuç alamayacaklarını anlayınca başka bir amaca yöneliyorlar ama, yukarıda bahsettiğim iki grup analiz değişikliğine gidemediği için itibar kaybediyor.
Bu durumda en önemli analiz yeteneği, siyasetin esas amacının ne olduğunu bilip söz konusu amaca ulaşmak için kullanılan yolların değişiklik gösterebileceğini anlamaktan geçiyor. Anlamamız gereken şudur: Gerginlik ve huzur siyasetin ana amaca uygun olarak ürettiği ortamlardır. Hangisi gerekliyse ona başvurulur. Bunların arkasında mantık ya da gerçek aramanın manası yoktur.
Niye bunları anlattım? Önce Ukrayna ardından Gazze'de yaşananlar apaçık ortadayken, yaşanan gerçeği kendine göre yorumlayanlar sebebiyle mazlumların "haksız" duruma düşürüldüğünü görüyoruz. Demek ki bilgi doğrudan doğruya gerçeği ve adaleti sağlamıyor. Bundan başka güçlü olan adaleti eğip bükebiliyor. Hepimiz gerçeği görüyoruz ama güçlünün saldığı korku sebebiyle doğru davranışı gösteremiyoruz. Dolayısıyla, güçlü olan sonunda haklı oluyor.
Tüm bunlar olup biterken, Batıda aşırı sağın yükselişini önce Macaristan, Romanya, Avusturya, İtalya hatta Fransa'da gördükten sonra ABD'nin bu akım ile Trump'ı seçtiğini görüyoruz. Geçen hafta da Almanya'da seçimi sağ partiler kazandı. Dünya şu an 1. ve 2. Büyük Savaş öncesinde yaşananları tekrar tecrübe etmekte. Bu gidişi neyin durduracağı konusunda sürekli düşünmekteyim. Henüz cevabını bulamadım...
Prof. Dr. Emre Alkin'in önceki yazıları...
Hocam doğanın kanunu her zaman geçerlidir, oda güçlüden yanadır. Zengine herşey hak, garibana müstahak dır. İlk kanun zenginlerin malını ve canını korumak amacıyla çıkartılmış dır.