İslâm âlimlerinin ve Evliyâ-ı kirâmın, her konuda olduğu gibi, ölüm konusunda da çok güzel, pek tesîrli nasîhatleri vardır:
Tebe-i tâbiînden, meşhûr fıkıh âlimi ve velîlerden Evzâî (rahmetullahi aleyh), Ömer bin Abdilazîz'in kendisine yazdığı bir mektuptan şöyle bir nakil yapar: "Ölümü çok hâtırlayan kimse dünyâya rağbet etmez. Ağzından çıkan her sözden hesâba çekileceğini bilen az konuşur ve ancak lüzûmlu sözleri söyler."
Büyük fıkıh âlimi ve velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: "Ölüm her ân gelebilir. Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse, ölüm için hâzırlıklı değildir. Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hâtırlamaya işârettir. Günâh ve kusûr olan işler de, ölümü unutmuş olmanın alâmetidir."
Yine bu zât, bir talebesi sefere çıkacak olsa, ona; "Eğer gittiğiniz yerlerde, satılık bir ölüm görürseniz, onu benim için satın alınız" buyururdu.
Büyük müçtehitlerden Süfyân-ı Sevrî, vefâtı yaklaştığında çok ağlıyordu. "Ölmeyi çok arzû ediyordum, lâkin şimdi ölümümün nasıl olacağını bilemediğim için çok korkuyorum. Bu sefere çıkmak gâyet güçtür. Başka seferlere çıkmak gibi, bir asâ ve bir su kabı yetmiyor" deyince, dostları kendisine, "Cennet'i beğeniyor musunuz?" diye sordular. Bunlara cevâben, "Siz ne söylüyorsunuz? Benim gibi birine, hiç Cennet'i verirler mi?" buyurdu.
Hadîs âlimlerinden ve büyük velîlerden Abdül-A'lâ el-Kureşî (rahmetullahi aleyh) ölümü çok hâtırlar ve titrerdi. Buyururdu ki: "İki şey var ki, beni dünyâ zevklerine dalmaktan alıkoyuyor. Bunlar ölümü hâtırlamak ve Allahü teâlânın dâimâ huzûrunda bulunmaktır."
Evliyânın büyüklerinden Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: Ölüm haktır, öldükten sonra dirilmek de haktır. Münker ve Nekîr'in suâl sormaları da haktır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Allah, îmân edenleri hem dünyâda, hem de âhirette (kabirde) sâbit söz olan şehâdet kelimesi ile tesbît eder; tevhîde bağlı kılar. Allah zâlimleri (kâfirleri) şaşırtır ve O, dilediğini yapar" buyuruluyor. (İbrâhîm sûresi, 27)
Hindistân'da yetişen en büyük âlim, velî, müceddid ve müctehidlerden İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir.”
Yine Hindistân'da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî (rahmetullahi aleyh), ölüm hakkında buyurdu ki: Mısra': "O ölüm ki, ona yaşama derim."
“Gerçekten sonsuz hayât, ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayâtın süsleyicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki bir âb-ı hayâttır, ya’nî hayât bahşeden, hiç öldürmeyen bir sudur. Ölüm, dostluğun kuvvetlendiricisidir. Ölüm, mâsivâ binâsını ateşe vericidir. Ölüm, üzüntü perdelerinin yakıcısıdır. Ölüm, hakîkatin aynasıdır. Ölüm, görünmeyen güzelin yüzünden perdeyi kaldırıcıdır. Gönlümün, gelmesinden hoşlandığı, beklediği şey ölümdür. Dağınıklıkları toplayan ölümdür. Ölüm seveni sevdiğine kavuşturucudur. Resûlullah Efendimiz, "Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür" buyurmuştur.”