Özbekistân çok mühim bir kültür diyârı; çok büyük ulemâ ve evliyâ yatağı olan mübârek bir memlekettir. Buralar, “Mâverâün-nehir” diye anılır.
Müslümânlar, Mâverâünnehr’e ilk defâ; m. 667’de el-Hakem bin Ömer el-Ğıfârî komutasında gelerek üç yıl kalmışlardır. Daha sonra Kuteybe bin Müslim’in düzenlediği seferler netîcesinde, küçük bir kısım hâriç, bütün bölge Müslümânların hâkimiyetine girmiş ve bölgede İslâmiyyet hızla yayılmıştır.
Herkese, vaktiyle atalarımızın yaşadıkları kadîm “Türkistân diyârı”nı, eski “İpek Yolu” güzergâhını, “Mâverâün-nehir İlleri”ni, kültür diyârını gezip görmelerini, çok büyük ulemâ ve evliyâ yatağı olan o mübârek memleketleri ziyâret etmelerini, dünyânın en nâdîde ahşâb işlemelerini ve çini örneklerini, târihî ve turistik beldeleri incelemelerini harâretle tavsiye ederiz.
Bilindiği üzere, Özbekistân çok mühim bir kültür diyârı; çok büyük ulemâ ve evliyâ yatağı olan mübârek bir memlekettir. Buralar, “Mâverâün-nehir” diye anılır.
Mâverâün-nehr, Sâmânîler devrinde İslâm dünyâsının parlak bir medeniyet alanı hâline gelmiştir. İslâm âleminin en meşhûr âlimlerinden olan Abdülhâlık Goncduvânî, Ârif-i Rivegerî, Mahmûd İncirfağnevî, Alî Râmîtenî, Muhammed Bâbâ Semmâsî, Seyyid Emir Külâl, Seyyid M. Behâeddin-i Buhârî Şâh-ı Nakşibend, Alâüddin-i Attâr, Ya’kub-ı Çerhî, Ubeydullah-ı Ahrâr, Muhammed Zâhid, Derviş Muhammed, Hâcegî Muhammed İmkenegî gibi büyük evliyâ (kaddesallahü esrârehümül-aliyye), bu bölgede yaşamışlardır.
İmâm-ı Buhârî, Hakîm-i Tirmizî, el-Bîkendî, el-Müsnedî, el-Eş'as, İmam-ı Şeybânî, Hâce Muhammed Pârisâ, Yûsüf-i Hemedânî gibi daha yüzlercesini sayabileceğimiz alimler (rahmetullahi aleyhim) Buhârâ'da yetişmişlerdir.
Bu âlimlerin yazdıkları ciltler dolusu eserler, Buhârâ, Semerkand ve Taşkent kütüphânelerinde bulunuyordu.
Fakat komünistler bu bölgeyi ele geçirince, Türk milletinin İslâmı kabulünden sonra, dînî âbidelerle süsleyip, İslâm mîmârîsi ile şarkın birer pırlantası hâline getirdiği Buhârâ, Semerkand, Taşkent ve Kaşgar gibi Mâverâün-nehir şehirlerinde mevcut milyonlarca kitâbı, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs kitapları başta olmak üzere, bütün dînî eserleri toplayıp sokaklarda yırtarak ayaklar altında çiğneyip yaktılar.
Bununla da kalmayıp, halkın elinde bulunan dînî, millî ve târihî kitapların hükûmete teslîm edilmesini emretmişler ve topladıkları bu kıymetli eserleri de aynı şekilde imhâ etmişlerdir. Kitaplarını teslim etmeyen binlerce Müslümânı ve din âlimlerinin büyük bir kısmını Sibirya’ya sürmüşler ve şehîd etmişlerdir.
İş, İslâmî eserlerin yok edilmesiyle bitmemiş, yalnız Buhârâ’da 360 câmi ve mescid yıktırılmıştır. Bir medrese, din aleyhtarlığı müzesi olarak kullanılmak için bırakılmıştır. Semerkand’daki Uluğ Bey Medresesi de, dîn aleyhtarlığı müzesi olarak kullanılmıştır. Ruslar yalnız İslâm mâbedlerine el atmakla kalmamış, bölgede bulunan kiliseleri de kapatarak basketbol ve voleybol salonu yapmışlardır.
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, elhamdülillah, bu târihî eserler ve mâbetler de hürriyetlerine kavuşmuş ve büyük bir tâmir ve restorasyon faâliyeti başlamıştır.
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı'nın önceki yazıları...