Üzüntüsü had safhadaydı şoförümüzün. Yolun kenarındaki kayanın yanında, ellerini ceplerine koymuş, çaresiz ağlıyordu.
Birkaç takla attıktan sonra ancak durabildik. Koltukların arasına düşmüştüm. Otobüsün her tarafı parçalanmış, açılmıştı, tavandan kesif kar yağışı görünüyordu. Elimi yüzümü yokladım, ellerim kanlandı ama aklım başımdaydı. Çabuk toparlandım, bana en yakın ilk boşluktan dışarı çıktım. Ön tarafa koştum. Üzüntüsü had safhadaydı şoförümüzün. Yolun kenarındaki kayanın yanında, ellerini ceplerine koymuş, çaresiz ağlıyordu. Soğuğa rağmen açık göğsü; kar ve kan bulaşık elbiseleriyle acınacak hâldeydi. Kalın kaşları altında mütehakkim, ağır dönen iri gözlerinden fırlayan nazarlarıyla önündeki darmadağınık olmuş ekmek teknesine bakıp ah çekiyordu. Fena hâlde üzüldüm, içim “cız” etti…
Anlaşılmaz sesler, bağrışmalar dışında kimseyi göremiyordum. Sesim çıktığı kadar tanıdıklarımın isimlerini saymaya başladım. Bütün arkadaşlarımı buldum. Kiminin yüzü kanlar içinde, kimi bacağını, kimi kolunu tutuyordu…
Yanlışlar hor geliyor,
Ayrılık zor geliyor,
Hava hepten karardı,
Bembeyaz kar geliyor!
***
Sanki kardan bir tufan vardı. Gök delinmiş gibi aralıksız yağıyor, hangi yönden estiği belli olmayan rüzgâr nefesimizi kesiyordu. Bütün yaralı talebeler oflaya, inleye uzaktan köpek havlamaları duyulan köye doğru sel olmuş akıyorduk.
Önde oturanların ifadesine göre otobüsümüz bir viraja girince kamyonun ışıklarını görememiş ve bir köprübaşından aşağı yuvarlanıvermişiz.
"Bu yağışla, Oltu-Narman yolu hepten kapanır."
"Açık olsa da nasıl gideceğiz?"
"Bizim köy buraya yakın, ben giderim arkadaş!" Her kafadan bir ses çıksa da en kısa zamanda hedefimizdeki köye ulaşmaya çalışıyorduk.
Bizden büyük abilerimiz avazları çıktığı kadar "İmdat! İmdat!" diye bağırıyor, bazılarımız ellerini ağızlarına götürüp ıslık çalarak sesimizi duyurmaya çalışıyorduk. Bağrışmamızdan olsa gerek köpek ulumaları ve havlamaları, daha sıklaşmıştı.
Dağ başında bu karda, kışta kazadan ölmemiştik ama şimdi de tipiden boğulma tehlikesi, kurda kuşa yem olma korkusu sarmıştı. Yürüdük epeyce, Nefsinarman denilen köye vardık. Adamlar karşılarında kardan adam biz gençleri görünce pek şaşırdı, hemen kahveyi açtı, sobayı yakıp sıcak çay ikram ettiler.
Odun attım sobaya,
Kurbanım selvi boya,
Köylülere teşekkür,
Ederim doya doya!
***
Erzurum kar ve kış; varın şiddetini siz tahmin edin. Kurşunî kocaman bir bulut gökten yere iniyordu sanki. Çevre topyekûn kar altındaydı. Dağlar, eteklerindeki köyler koyu sis perdesinin arkasına hepten saklanmıştı. Buralarda köy olduğuna dair uzaktan yakından köpek havlamalarından maada bir işaret yoktu. Kalın atkılarla sarılmış yüzlerimizden uçları kızarmış burunlarımız görünüyordu. Bu havaya rağmen bütün talebeler ağız birliği etmişçesine bir an evvel evlerine yetişmekten başka bir şey düşünmüyorlardı.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...