İdarede biraz misafir edildikten sonra polis eşliğinde imtihan salonlarına gönderildik. Biraz sonra da boykotçuların bağırışmaları dindi...
Sıkıntım dayanılacak gibi değildi. Bir tarafta sebepsiz yere sene kaybı... ki, benim için felaket denebilecek bir durum, diğer tarafta da din, imân düşmanı sapık bir grubun oyuncağı olmak söz konusuydu. İçim kan ağlıyor, bir çıkış yolu bulmak için kıvranıyordum... İdare; “Son anonsu yapıyoruz" dedi, hoparlörü kapattı.
O anda bir şey göremez, düşünemez oldum. Hemen kalktım, ana binaya yöneldim. Tek başıma; "Delibalta" misali başım önde, burnumdan soluyarak ilerliyordum. Sağdan soldan eli değnekliler de beni çembere almaya çalışıyor, fazla yaklaşamıyorlardı da... Her şeyi göze almıştım, gözüm kararmıştı bir kere... Boykotçuların çokluğuna, sopalarına aldırmadan ilerlerken karşıdan birkaç polisin de bana doğru geldiğini gördüm. Cesaretim arttı, ferahladım. Yan gözle sağıma, soluma, arkaya baktım, birerli kol yürüyüşünde Malatyalı, Trabzonlu, Ordulu, Hataylı birçok arkadaşım da peşime takılmıştı. Hoparlör yine çalışmaya başladı. Bu seferki anonslar:
"Hepinizin kayıtları var! Bu imtihana girenlere bir şey olursa mahv olursunuz! Sakın daha ileri gitmeyin! Sakın bir yanlış yapayın! Yarım saat tehirli başlatacağız imtihanı, bir daha düşünün!"
İdarede biraz misafir edildikten sonra polis eşliğinde imtihan salonlarına gönderildik. Biraz sonra da boykotçuların bağırışmaları dindi, süklüm püklüm dağıldılar. Elebaşlarının dışındaki herkes teker teker geldi, imtihanlar yapıldı.
Biz ise Kemal Sunal filmlerindeki gibi “yalancı bir kahraman" olup çıkmıştık. Gıptayla bakan arkadaşlarımız olduğu gibi, diş bileyen, fırsat kollayanlar da vardı. Bir müddet bahçeden çıkamadık. Dışarıdan akrabalarımız gizlice yiyecek bir şeyler getirip bahçe duvarından içeri atıyor, alıp idare ediyorduk.
Şöyle böyle imtihanlar tamamlandı, normale döndük ama korkumuz bitmek bilmiyordu. Her gün tehditler alıyordum.
Vatan, millet diyen yurda direktir,
Çalışan beyindir, atan yürektir,
İşte bize böyle yiğit gerektir,
Tarih yazan bize, şanım İstanbul.
Gelip gidenlerin ilk durak yeri,
Sözle anlatılmaz onun değeri,
Büyüklerimizin eşsiz eseri,
Sanat, medeniyet yanım İstanbul.
HOCA der, üzülme, haktır özleri.
Tek incidir başka, yok ikizleri,
Hâlimize acı, affet bizleri!
Hidayet yolumdur, benim İstanbul.
***
TESADÜF MÜ?
Ölümle burun buruna gelmek hiç de kolay değilmiş. Ona çok yaklaştığını hissetmek tarif edilemez.
Boykottan önce de sonra da her karşılaştığım şeye “bu benim imtihanım” diyordum. Şimdi de öyleyim. “Aman sakin ol! Senin durumun, dönüşü olmayan ya da çaresi olmayan bir şey değil.”
Nefsimle baş başa kaldığımda kendime bazı şeyleri kabul ettirmeye çalışıyordum. Ölümün hak olduğunu, er geç herkesin bu hakikati yaşayacağını ama ölüm var diye hepten yıkılmanın, kendini kopup koyuvermenin da münasip olmadığını, hayatı olması lazım gelen kadar yaşamalı ki bunun Allahü teâlânın bizden istediği şey olduğunu nefsime kabul ettirmeye gayret ediyordum. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...