"Benim tarafım belli, Hakkın ve haklının yanında yer alacağım!"

A -
A +

"Git, söyle; ben dönek değilim! İkide bir aşağılık teklifler yapmasın! Bir dadaşa bundan daha büyük hakaret olamaz!"

 

 

 

Bu ruh hâlinin ağır stresi neredeyse herkesi hasta etmişti. Sokaklar, mahalleler, semtler parsellenmiş, bölünmüş, kimse kimsenin bölgesinden geçemez, semtine giremez olmuştu. Dernekler, teşkilatlar habire taraftar toplamak derdindeydi. Bir diyalog kurmaya gör, hemen seni noksan bulur, eğitip yetiştirmeğe, o işin militanı yapmaya çalışırlardı.

 

 

 

Şu güttüğün sürü ne?

 

Beni katma sürüne!

 

Beni doğrudan ayıran,

 

Sürüm sürüm sürüne!

 

 

 

Bir gün "devrimci" bir tanıdık haber göndermiş:

 

“Ona söyleyin, oligarşinin, burjuvanın, ağaların, beylerin yanında değil, kendi gibi ezilen, sömürülen köylünün, işçinin, fakirin, fukaranın yanında yerini alsın, sonra… sonrası çok pişman olur!”

 

Ben de laf taşıyana; ona cevaben demiştim ki:

 

"Git, söyle; ben dönek değilim! İkide bir aşağılık teklifler yapmasın! Bir dadaşa bundan daha büyük hakaret olamaz. O nasıl sapık davasının sadık köpeği ise, ben de mübârek bir davanın, idealistiyim! Ya hak bildiğim yolda başı dik, anlı açık yürür, insan gibi yaşarım, ya da okumam gidip köyümde çobanlık yaparım. Ama görüyorum ki o; ne anasını, ne babasını ne de hemşehrilerini düşünecek hâlde. İşi çoktan bitmiş! Durmasın, bütün imkânlarıyla özüne küfretsin, bizleri tahkir etsin, ne yapacaksa yapsın! Benim tarafım belli, mutlaka, Hakkın ve haklının yanında yer alacağım! Asla mânevi kıymetlerime sövdürtmeyeceğim! Benim önderim hazret-i Muhammed aleyhisselâm ve yolunda gidenler, seninkiler de şarapçı, sarhoş, Marks, Lenin, Mao, Ebû Cehil gibi insanlık düşmanı zalimler! Liderine baksın, yolunu görsün!"

 

Yağmur da fırtına da çoktan dinmişti. Kafam allak bullak bir buhran içinde, ineceğim durağa geldim. Şoförün;

 

“Kuyubaşı..." demesiyle dolmuştan atladığım gibi yola koyuldum. Altıyüz, yediyüz metrelik piyade yürüyüşü yapmam icab ediyordu. İkişerli, üçerli grupların fiskoslu konuşmalarına aldırmadan yürüdüm, geçtim. Ortalıkta bir kasvetli sükûnet vardı. Oysa bugün sezon sonu imtihanlarımız başlayacaktı.

 

Yağmur dinmişti ama yerler hâlâ ıslaktı. Yol boyunca çukurlara biriken sular, ayna gibi parıldıyordu. İyice yaklaştığım enstitünün duvar dipleri, kapı önü maraz çıkarmaya can atan birileri tarafından tutuluyordu. Kalabalık talebe ordusunun neredeyse tamamı bahçedeydi. Çeşitli sloganların yazılı olduğu pankartlar, sınıfların, amfi ve atölyelerin de yer aldığı geniş alandaki asırlık çınarların dallarına gerilmişti. Topluluklar hâlinde kızlı, erkekli talebeler, başka gruptan birilerinin gelebileceğini düşünerek sık sık başlarını kaldırıp dışarı bakıyor, fısıldaşarak konuşuyor, ellerinde taşıdıkları dövizlerin daha iyi görünmesi için kollarını yukarı kaldırıyorlardı. Dallarda ve duvarlarda devrimcilerin kırmızı zemin üzerin siyah renkle yapılmış kin, nefret ihtiva eden, düşmanlık hisleri uyandıran saçı, sakalı birbirine karışmış resimleri asılıydı.

 

 

 

Herkese hava atma!

 

Kendini ağır satma!

 

Sakın olma bozguncu,

 

Pişmiş aşa su katma!

 

          DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.