Azgın sular beni sürüklüyordu...

A -
A +

Rüzgâr yorgunluğumuzu dağıtıyor; bizi sanki köylerimize doğru sürüklüyordu.

 

 

Müdür Bey "Evlatlarım!.. Dikkatli ve de sessiz olun. Birisi bir şey sorsa da cevap vermeyin. Ben burada neyi, nasıl yaparsam siz de aynen öyle yapın. Oturunca oturun, kalkınca siz de kalkın. Gözünüz kulağınız bende olsun. İleri de gitmeyin, geri de kalmayın. Merasim bitince uzun bir düdük çalacağım, kaymakam bey kapanış konuşmasını yapacak" diyordu.

 

Düdükle birlikte hep bir ağızdan “bir, iki, üç” saymaya başladık. Ses gittikçe artarak büyüyor, tüyleri ürpertecek hâlde yankılanıyor, dağları, taşları inletiyordu.

 

Öğleye doğru her şey bitmişti. Bozguna uğramış askerler gibi dağıldık. Anneleri orada olanlar onların yanına, bizler de köyümüzün yoluna koyulduk. Gittikçe geride kalanlar, bir hayal gibi görünüyor, sesler yavaşlayarak duyulmaz oluyordu. Nereden geldiği belli olmayan bir rüzgâr yorgunluğumuzu dağıtıyor; bizi sanki köylerimize doğru sürüklüyordu.

 

Aynı güzergâh üzerindeki köylerden Şekerli, Koçkans (Sütpınar), Kencesor (Koyunören) ve Verintap (Otlutepe) köylerinden on-onbeş çocukla yol alıyorduk. Hava sıcak, dereler, çaylar iyice coşmuş... Her zaman geçmekte olduğumuz büyük çay ise sel gibi iyice kabarmış, taşmış âdeta azmıştı.

 

Gel bu oyunu bozak,

 

Uzaktır köyüm uzak!

 

Kapılıp gittin suya,

 

Buna denir mi tuzak?

 

Köprü olmadığından arkadaşlarımız tek sıra hâlinde suyu geçiyorlardı. Ben de soyundum bütün elbiselerimi gömleğimin içine koyup kollarıyla iyice bağladım. Nehre girer girmez su göğsüme kadar yükseldi. Ne olursa olsun ileriye devam etmek mecburiyetindeydim. Karşı kıyıya çıkanlar sevinç içindeydi... Tahminen suyun yarısını geçmiştim ki, tökezlendim. Kumlar kaynaşıyor, ayaklarım boşta, gözümün önündeki bulanık kar suları helezonlar çizerek dönüyor ve başımı döndürüyordu. İşi tamamen oluruna bırakmış, bir an evvel kıyıya varmak için hamle yaparken elimdeki çanta ve elbiselerim düşüverdi. Almaya çalışırken de hâkimiyetimi kaybettim, azgın sulara karıştım. Bütün kuvvetimle yüzerek çıkmaya çalışsam da nafile, gücüm, kuvvetim yetmiyordu. Kıyıdakilerin canhıraş bağrışmalarından maada bir şey duyamaz olmuştum. Artık sonumun geldiğini, annemin, babamın, nineciğimin nasıl üzüleceklerini düşünerek kahırlanıyordum. Kafamda çeşitli ölüm senaryolarıyla sürüklenirken, kıyı boyunca koşuşan arkadaşlarım da beni kurtarma yarışına girdiler. Yaşça büyük abilerimiz, her türlü tehlikeyi göze alarak birer birer kendilerini suya attılar. Ölüm kalım mücadelesi veriyorduk. Vademiz yetmemiş, içecek suyumuz, yiyecek ekmeğimiz bitmemiş olmalı ki arkadaşlarımın yoğun gayretleriyle dışarı çıktık, çıktık ama elbiselerim de sele kapılıp gitmişti. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.