Kendimi teskine çalışıyordum ama muvaffak olamıyordum!

A -
A +

İmtihanlardan ümitsiz çıkmış maksatsız bir şekilde yürüyordum. "Gelmişken bari İstanbul’u gezebildiğim kadar dolaşayım” dedim.

 

 

 

Giymişler kırmızı al,

 

Sordum ona bu ne hâl?

 

Dedi çek git buradan,

 

Biletini hemen al!

 

 

 

Yarıştığım Avrupa görmüş, fikir ve sanat vadilerinde faaliyette bulunmuş ağzı sakızlı, hippi kıyafetli, parfüm kokan bitirimlerle; kaba bıyıklı, köy kokan biri olarak; onlarla yan yana, göz göze gelmek dahi istemiyordum. Anlayacağınız farklı dünyaların adamıydık. Herkes muayyen bir hedefe doğru ilerlemekteyken ben ise maksatsız ve gayesizdim.

 

Şair manzumeleriyle, romancı hikâyeleriyle, temaşacı piyesleriyle, ressam fırçasıyla, bestekâr nağmeleriyle milletin heyecanını duyuruyor, güya elemli kalplere teselli, yorgunlara ümit ve kuvvet, ümitsizlere aşk ve heyecan veriyor, icabında dinlendiriyor, yorgun sinirleri teskin ediyorlarmış. Bende ise böyle bir şeyin zerresi yoktu…

 

“Harp de, kahramanları da belliydi. İstanbul’da nihayetsiz bir koşuşturma ve heyecan ile mütemadi çarpışırken, o insanlığın fevkine yükselen kahramanlık sahneleri hangi şiirde kendisine ma’kes buldu? Hangi bestekâr o kalpteki sesleri zapt edebildi? Hangi fırça onları tespite muvaffak oldu?” diyerek meçhul akıbetimi de görüp süt dökmüş kedi gibi Erzurum’un yollarına düşecektim...

 

İmtihanlardan ümitsiz çıkmış maksatsız bir şekilde yürüyordum. "Gelmişken bari İstanbul’u gezebildiğim kadar dolaşayım” dedim. Akşam yaklaşmış, şehrin üzerine yavaş yavaş ışıltılı gece çöküyordu. Yol kenarlarında; parklarda kızlı erkekli genç sevgililer; el ele yürüyor ya da bir köşeye çekilmiş kendi âlemlerinde oturuyorlardı. Çok acayibime gitmişti bu hâl. “Bizim oralarda bu şekilde kim görse müdahale eder, belki büyük kavgalar, cinayetler bile çıkabilirdi” dedim, kendi kedime… Ar, hayâ, edep denen mefhumlar çoktan rafa kaldırılmıştı. Bunun neresi Avrupailikti?

 

Yalnız korktuğum ve istikbâlimi, geleceğimi kara gördüğüm zamanlar hayattan kaçıp hatıralara sığınıyordum hep. Fakat bu sevincim uzun sürmüyordu.

 

Yatağa, gene kara düşüncelerimle girdim. Her şeyi kapkara görüyorum. Bir kere korkmuşum! O, içimde kalmış… “Şimdi sırası mı? O korkularını bırak, vehimlere aldırış etme, zamanla hepsini unutacaksın, bir şeyin kalmayacak” diyor, kendimi teskin etmeye çalışıyordum ama muvaffak olamıyordum.

 

 

 

Ne yaparım bilemem!

 

Gül desen de gülemem!

 

Dünyanın ucundayım,

 

Oyunlara gelemem!

 

 

 

Artık yüksek tahsil hayatım burada noktalandı, benim için her şey bitti sanıyordum.

 

“Geç oldu, uyu" diye kendime talimat veriyor yine de uyuyamıyordum. "Niçin uyuyamıyordum?" Sebebi malum.

 

"Uyursam, sabah kalktığımda, insanları ve dünyayı, bıraktığım gibi bulamam!" endişesi içindeydim.

 

"Allah’ım, beni ve bütün sevdiklerimizi üzüleceğimiz her şeyden muhafaza et, kötülerden, kötülüklerden koru…”

 

Akşam, gece, sabah nasıl oldu anlamadım. Ertesi günü erkenden imtihan olduğumuz yere gittim. Neticeleri gözümle görüp hemen köye dönecektim.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.