Yavuzselim durağından 90 numaralı otobüse bindim. Karaköy’de inecek, vapurla Kadıköy’e geçecektim. Yolculuk bitmek üzere...
Bir olan gönüller buluşur orda,
Muhabbet membaı, bizim İstanbul.
Nice güzellikler kavuşur orda,
Nimetin kaynağı, canım İstanbul.
Nasibi olanlar, arar bulurlar,
Kendi evi gibi rahat kalırlar,
Pek çok ikram görür, memnun olurlar,
Gönüller durağı, şanlı İstanbul.
HOCA'nın gayesi gayet uludur,
Gönül dostlarının uğrak yoludur,
İçi dışı inci, mercan doludur,
Cevher ocağıdır, şirin İstanbul.
***
İMTİHAN İÇİNDE İMTİHAN
Ufuktan nar bir küre gibi yükselen güneş, şimdiden her tarafı ısıtmıştı. Öğlen daha sıcak olacağa benziyordu. Erzurum’da sıcaktan hiç bunalmamıştım. Bu daha ilk günüm olmasına rağmen durduğum yerde terliyordum. “Yoksa ben hasta mı oldum?” deyip elimin tersiyle anlımı kontrol ettim. Gayet normaldi lakin terlemek de neyin nesiydi. Otobüs kuyruğunda bekleyenlere baktım. Çoğunluk açık renk, keten ya da pamuktan ince elbiseler giyinmişti. Ben ise kalın takım elbise. “Tamam suçluyu buldum” dedim, hâlime acıdım. İlk iş olarak ceketi, kravatı çıkardım, koluma aldım. Biraz rahatlasam da sıcaklarla başım dertte olacağa benziyordu. Sabah böyleyse öğlen ve daha sonrası nasıldı acaba? Aklıma gelenleri hep hayra yoruyor bir an evvel okuyacağım yere ulaşmaya çalışıyordum.
Yavuselim durağından 90 numaralı otobüse bindim. Karaköy’de inecek, vapurla Kadıköy’e geçecektim. Yolculuk bitmek üzere... Otobüsün penceresinden caddedekileri seyrediyordum. Bütün insanlar söz birliği etmişçesine bir telaş içindeydi, şehrin yorgun ve bezgin sokak ve caddelerinde oradan oraya koşuşuyorlardı. Birkaç gün sonra ben de katılacaktım bunların arasına. İçimden: Belki bir yabancı olduğumu hissedecekler ve beni kabullenmeyeceklerdi kim bilir?
İstanbul şefkatli kollarını açmıştı ya bana, sen ona bak, onlar ister kabullensinler ister kabullenmesinler, umurumda değildi.
Otobüs durup da yolcularını bu şefkatli ananın kucağına atınca ben de çantamı omuzlayıp yürümeye başladım, çoğunluğun peşinden. Tanımak, kaybolmamak için etrafımı dikkatlice inceliyordum. Bu muhteşem şehrin tılsımına kapılmıştım. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınıyor, insanların telaşını, konuşmalarını, kahkaha seslerini, her şeyi boğuk bir uğultu içinde hayretle seyrediyordum. Ayağım kaldırım taşına takılıp da tökezlemeseydim, uzunca bir süre daha bu rüyadan uyanamayacaktım. Daha vapura binip Kadıköy’e oradan da Kuyubaşı durağına. “Böyle her adımda beş dakika oyalanırsam imtihanlara da kavuşamam” dedim, hızlandım.
Kızgın güneşten mi gariplikten, yoksa kalın kıyafetlerimden mi ne sırılsıklam ter içinde kalmıştım. Hava insanı bunaltıyor. Erzurum gibi hiç değil. Güneş ne kadar çok yükselip bir tarafını ısıtsaydı yine de diğer tarafın üşürdü memleketimizde. En büyük fark ise kalabalıklar, kalabalıklar…
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...