"Böyle nereden gelip nereye gidiyorsun hocamın oğlu?"

A -
A +
Atımı çalıların birine bağladım. Verilenleri aldım heybeye yerleştirdim. Vakit kaybetmeden de vedalaşıp, ayrıldım.

 

 

İmtihan neticelerini öğrenip kesin kaydımı yaptırdıktan sonra köye gitmek üzere yola çıktım. Asfaltta tekerleklerin sesi bana bir ninni gibi geliyordu. O kadar yorulmuştum ki; ta Erzurum’a kadar hep uyudum desem yalan söylememiş olurum. Otobüs, ata dede köyümüz olan Aha'nın içinden geçiyordu. Kahve Pınarı'nın yakınında indim. Amcamlara uğradım. Hâl hatır sorulup yemekler yenildikten sonra Osman amcamın atını alarak Sütpınar’a doğru dehledim.

Şekerli köyünü geçtikten sonra Salih Dayı'nın bostanına uğradım. Yolun sol tarafında büyükçe bir tarlaydı ve sahibi bizi ailecek tanıyordu. Yaklaştım, selâm verdim.

 

- Ve aleyküm selâm ve rahmetullah ve berakâtüh Hocamın oğlu. Böyle nereden gelip nereye gidiyorsun?

 

- İstanbul’dan geliyorum Salih Dayı.

 

- Tövbe tövbe! Bu atla mı?

 

- Güldürme beni Salih Dayı! Bizim köyde otobüsten indim. Osman Amcamın atını aldım, şimdi de Koçkans'a gidiyorum.

 

- Bu atı pek tanırım. Hacı Efe biniyor. İyi de rahvan gezir ha! Şaka olsun diye öyle söyledim yeğenim.

 

- Anladım Dadaşım.

 

- Hacı Efeye salatalık hazırladım. Onları götür, selâmımı söyle, benim yerime de ellerinden öp. Tamam mı? Anlaştık mı?

 

- Ve aleyküm selâm… Tamam, anlaştık.

 

Atımı çalıların birine bağladım. Verilenleri aldım heybeye yerleştirdim. Vakit kaybetmeden de vedalaşıp, ayrıldım.

 

Atım yolu ve gideceği istikameti bildiğinden bir an evvel hedefine varmak istiyordu. Ben de gemini gevşetip biraz serbest bırakınca etrafı toza dumana katarak koşmaya başladı. Sanki mühim bir haber götürüyormuşum gibi acelesi vardı. Yokuş yukarı tırmanmaya başlayınca hafiften yavaşladı.

 

Yolumuz otsuz toprak, yer yer taşlıktı. Atım benden daha dikkatli, ayağını nereye basacağını gayet iyi biliyordu.

 

Dere tabanı yeşillik ve yeşilliğin ortasında Sütpınar’dan gelen çay akıyor. Ağaçlara yakın suyun gerisinde yoncalıklar ve ekin tarlaları uzanıyor. Sararmış, altın başaklar hafif bir rüzgârla, deniz dalgası gibi bir o yana, bir bu yana sallanıyor. O tarlayı başka bir sebze bahçesi, onu da kavaklıklar takip ediyor. Patika yolumuz gittikçe daralırken iki tarafındaki dağlar ve kayalıklar dikleşerek yükseliyor. Nureddin Dayıların değirmenini geçtikten sonra küçüklü büyüklü ahbunlar başlıyor. Daha ileride Sütpınar ve içinde de hasretle bizi bekleyenler…

 

 

 

İnciler toplanmış, hepsi bir yerde,

 

Her biri devadır ayrı bir derde.

 

Muhtaç etmez seni hiçbir namerde,

 

Huzur kaynağıdır, ismin İstanbul.

 

 

 

İçimiz rahatlar, güler yüzümüz,

 

Şan şeref mazisi başta tacımız,

 

Birbirini sever, kardeş bacımız,

 

Kahramanlar yurdu yerin İstanbul.

 

 

 

Tebessüm eksilmez, HOCA yüzünden,

 

Kimseler incinmez senin sözünden,

 

Dikkatlisin bir şey, kaçmaz gözünden,

 

Yaraya merhemdir, havan İstanbul.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.