"Hazır hava açmışken daha önce bir mezarlıkta bulduğum üç kuru kafayı zembilime koydum ve pazara çıkardım..."
Bu kasırganın içindeki yılan herhâlde iri bir yılan olmalıydı. O döndükçe, toz bulutu da dönüyor, toz bulutu aynen onun gibi kıvrılıyordu.
Fırtına nehir üzerinde indikçe, küçülüyor ve gözden kayboluyordu. Bir müddet sonra her şey duruldu. Havada ot, çöp, savrulan toz kalmadı. Bu durgunluktan faydalanan bir grup serçe, pır diye uçtu. Cırcır böceklerinin kesintisiz ötüşü yeniden başladı ve bulunduğum yer eski hâline kavuştu. Bir zaman sonra gün döndü ve gölgeler vadiyi dolduracak kadar uzadı. Koyu gölge serin havayı da birlikte getiriyordu.
Hazır hava açmışken daha önce bir mezarlıkta bulduğum üç kuru kafayı zembilime koydum ve pazara çıkardım, maksadım gaflet içinde olanlara onların anlayacağı bir lisanla iyi bir ders vermekti. Zaten deli gözüyle baktıklarından yaptığım akıl dışı hiçbir hareketime de şaşırmıyorlardı. Onlar bana ve ben de onlara alışmıştım, ya da öylesine birbirimizi idare ediyorduk:
Pazar yerinin en yüksek kısmına geçtim. Başladım bütün kuvvetimle “Satıyorum…” diye bağırmaya. “Duyduk duymadık demeyin! Mühim bir şey satıyorum, alan var mı?”
“Mühim bir şey satıyorum…” demem herkesin dikkatini çekmiş olmalı ki çoluk çocuk dâhil sayısız meraklı toplandı başıma. Önce zembilimde ne olduğunu göstermedim. Milletin gözü ne satacağımdaydı.
- Hadi aç bakalım ne satıyormuşsun görelim!
- Koca Divane, görelim ki ihtiyacımız varsa da alalım!
- Boşuna nefes tüketmiyoruz beyler! Elbet göstereceğim, yalnız biraz daha ahali toplansın. Onlar da bu mühim şeyleri görsünler.
- Çok fenasın! Bizi bekletip duruyorsun Behlül!
- Dedim ya biraz daha sabır!
- Yoksa Sultan'ımızı mı bekliyorsun?
- Nasibi olanları bekliyorum.
- Allah Allah!
Meraklılar gittikçe artıyordu. Sattığım şeyi göstermemekte ısrar ettikçe onların da merakı had safhaya çıkıyordu. Bu sefer de görmeden fiyatını sormaya başladılar:
- Sattığın şeyin ne olduğunu göstermiyorsun bari fiyatını söyle.
- Öyle ya Behlül, arkadaş haklı! Bari fiyatını söyle de paramız yetiyorsa bekleyelim, yoksa çekip gidelim.
- !!!
Her kafadan ses çıkıyorken. Bir ara insanlar arasında dalgalanma oldu. Dikkatlice baktım, biri geliyordu. Bu arada millet hürmetle yol açmaya başladı. Açılan yoldan, her zaman olduğu gibi mütebessim Harun Reşid Sultan’ımız teşrif etmiyor mu? Gayriihtiyari ben de toparlandım, hürmetle ayağa kalktım. Babam sık sık derdi; “İşin aslı EDEP evlat!” Edep olmadan mânevî âlemde yol katedilemiyordu.
Edep bir taç imiş nûr-i Hudâ’dan,
Giy ol tacı, emîn ol her belâdan…
- Yine ne muziplik peşindesin Behlül?
- Estağfirullah Sultan’ım!
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...