Bir meczubu kaç kişi dinler, kaç kişi dikkate alırdı ki?

A -
A +

"Ben feryadımı yapayım da kulakları sağır olanlar, akılları örtülmüş, izanları mühürlenmiş olanlar düşünsün!” diyordum...

 

 

Çok eskiden beri insanlığa düşman olanlar, her fırsatta İslamiyet’i yok etmeye çalıştı. Bu hususta hiç geri adım atmadılar, kıyamete kadar da atmayacaklar… En tesirli düşmanlıkları, Müslümanları aldatmak, içeriden yıkmak olmuştur. Bizleri, şu veya bu isim altında bölmüşler, birbirimize düşman etmişler, dinsizlerin pençesine düşmemize sebep olmuşlar. Tehlikeyi bilmeyen nasıl tedbir alabilecekti ki? Benim feryad-ı figanım bundan dolayıydı. Diyeceksiniz ki sen de kim oluyorsun? Bir meczubu kaç kişi dinler, kaç kişi dikkate alır? O da ayrı mevzu. "Ben feryadımı yapayım da kulakları sağır olanlar, akılları örtülmüş, izanları mühürlenmiş olanlar düşünsün!” diyordum.

 

     ***

 

Yine kulübeden çıkmış maziyle beraber bu günümü harmanlıyordum. “Ey ahiret yolcusu! Ey infazını bekleyen ölüm mahkûmu Behlül!” dedim, kendime seslendim. Gören de zaten “Bu adam delidir, ne yapsa yeridir…” deyip geçiyordu.

 

Değişen bir şey olmuyor, iş olacağına varıyordu.

 

Bir toz zerresinden sayısız yıldızlara, rengârenk, desen desen kelebek kanadından incir çekirdeğine, bütün dünyayı gölgede bırakacak kadar buluttan su damlasına kadar akla gelebilecek her şeyden ibret alıp bir mânâ çıkarmasaydım olmazdı. Bir lacivert kubbe gibi üstümüzü ören sema, kıpır kıpır yıldızlar, yeryüzü ve üzerindeki envaiçeşit canlı cansız mahlukat, Rabbimizin biz günahkâr kullara gönderdiği nimetlerdi, hiçbiri de boşuna yaratılmamıştı. Bizleri yoktan var eden Rabbimizin hikmetleriydi de bunları görecek göz, anlayacak izan, kavrayacak idraklerimiz yoktu.

 

Gözlerim vardı ama tam göremiyordum, burnum vardı lakin tam koklayamıyordum, dudaklarım vardı lakin konuşmaktan acizdim, ellerim ve parmaklarım vardı ama istediğimi tutamıyordum, istemediğimi de bırakamıyordum. Ya ruhum, ona ne demeli? Bir insan üzerinde toplanan nimetler sayısız ve hepsi de kelimenin tam mânâsıyla kusursuz olur da onu ifade edemeyene ne denirse bana daha fazlası denmeliydi. Kusursuz olmasına kusursuzduk da dünyanın en muhteşem en güzel varlığı olduğumuzu bilmiyorduk.

 

     ***

 

Bana DELİ denmesinden önceki günlerdi. Kalbim, bütün iyilikleri içine alacak şekilde kocaman olsun istiyordum. O da hemen ve istediğin vakit olmuyordu. Bir gün vecde gelmiş kabıma sığmıyordum, o aşkla kalktım koşmaya başladım, tıpkı deliler gibi. Hâlâ da aynı ruh hâliyle koşuyorum mezara doğru. Peşim sıra “Dur nereye gidiyorsun? O tarafa değil, bu tarafa…” deseler de ben içimdeki sese doğru koşuyordum. Hikmetini tam bilemesem de insanlardan, onların hakkını üzerime geçirebilme endişesinden, olabildiğince uzaklaşmaya çalışıyordum.

 

Zira insan, ne olduğunu, kim olduğunu bilmiyordu. Başkasının gözünde nasıl göründüğünün de farkında değildi. Hülasa, bir hiç olduğumu bilmiyordum. Bilseydim ben onlardan, onlar da benden daha çok kaçardık. Kimsenin bendeki beni göremediğini bilmem bana kuvvet veriyor, nefsimi kamçılıyordu. Onun için ona haddini bildirmem elzemdi. Başkalarının, hakiki mânâda beni görmesi bir harikuladelik için bile fazlaydı. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.