Birkaç ay sonrasının maaşlı muallimi görüyordum kendimi

A -
A +

Hüzünlendim. Sene boyunca oturduğum sıramın raflarını karıştırdım, unuttuğum bir şey var mı diye. Tahtaya resimler çizdim...

 

 

 

Daha düne kadar talebelerle dolup taşan sınıf şimdiden boynu bükük, garip ve ıssız kalmıştı. Tebeşir tozlu duvarlar çoktan ayrılık hikâyeleri fısıldamaya başlamışlardı...

 

Hüzünlendim. Sene boyunca oturduğum sıramın raflarını karıştırdım, unuttuğum bir şey var mı diye. Tahtaya resimler çizdim, imzamı attım. Birkaç ay sonra maaşlı muallim olarak görüyordum kendimi. Fiyakalı, herkesin beğenebileceği iyi bir imza atabilmeliydim. Öyle bir imzam olmalıydı ki kimse de kolay kolay taklit edememeliydi. Nice hislerle pencereden bahçeye baktım. Dışarı pek muhteşem görünüyordu. Pırıl pırıl masmavi bir gökyüzü... Pembesinden beyaza her biri ayrı çiçek buketine dönüşmüş meyve ağaçları. Şırıltısı ta sınıfa kadar gelen Harşit Çayı. Vâdi boyunca yükselen nefti, zirveleri karlı dağlar, irili ufaklı bağ ve bahçeler, çatılarından ev çıkan tipik Gümüşhane evleri. Yeşilin envai türü üzerinde çığlık çığlığa uçuşan serçe, sığırcık sürüleri...

 

Bir tablo gibi seyrettiğim bu güzelliklerin içinde köyümü, evimi ve yüzünü hiç görmediğim sözlümü düşündüm gayr-i ihtiyari gülümsedim:

 

“Beni bu şekilde görseler kim bilir ne derler” diye söylenirken kapının çıt diye açıldığını, birinin içeri girdiğini fark ettim. Kendi dünyamdan, hayallerimden kopmamak için de dönüp bakmadım lakin fazla sükûnetten dolayı meraklandım da... Hafif geri döndüğümde ne göreyim? Duvar dibindeki kızların oturduğu ön sırada, bu sene başında mektebimize gelen kız talebelerden biri oturmuyor mu? Daha bir iki gün önce fotoğrafçı Neşet arkadaşımın söyledikleri aklıma geldi. “Yeni gelen sarışın sana tutkun!” O zaman “git başımdan be!” diye terslemiştim. Şimdi bir tuhaf oldum. Gayet zarif, uzun boylu, düz sarı saçlı, beyaz tenli manken tipli güzelce bir kızcağızdı bu arkadaşımız. Sınıfta tek başıma böyle biriyle olmaktan mı ne heyecanlandım, biraz da korktum. Birilerinin görüp dedikodu etmesinden çekindim. Hemen çıkıp gitmeyi de beceremedim. Kafam, aklım fikrim; Neşet’in söyledikleriyle birlikte içeri girende, gözlerim pencerede, hâlimi bozmadan etrafı seyretmeye devam etsem de ara sıra, kaçamak bakışlarla ne yaptığını da takip ediyordum.

 

Bu sınıf arkadaşım, aynı zamanda bir asker kızıydı. Şen şakrak ilkbahara, cıvıl cıvıl hayata dargınmış gibi elindeki kitaba dalmış, ışıl ışıl gözlerini tek bir noktaya dikmiş, görünüşte okuyor, hakikatte ise farklı bir şey düşünüyor gibiydi.

 

 

 

Bahar gelir yaz olur,

 

Güzellerde naz olur,

 

Kıymetliler her zaman,

 

Bir toplumda az olur.

 

 

 

Nereden aklıma geldiyse bir mâni mırıldanarak rahat görünmeye çalışıyordum. Gidip pencereyi açtım. Çiçek, toprak, kır kokuları getiren serin bir mayıs rüzgârı yüzümü yalayarak tebeşir kokan sınıfı dolduruverdi. Epey zaman geçmesine rağmen ikimiz de susuyor, öyle herkes kendi âleminde duruyorduk.

 

Bu sene 23 Nisan ve 19 Mayıs merasimlerinde bayrağı ben, flamayı da o taşımıştı. Otuz beş, kırk kişilik sınıfımızda topu topu üç kız vardı. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.