"Bu gariban çocuklardan ne istiyorsun kardeşim?.."

A -
A +

Beden eğitimi dersimize giren ilk mektep muallimi Lütfü hoca, perişan hâlimizi görünce hızla müdürün yanına gitti.

 

 

 

İd’in vefakâr ve cefakâr sakinleri günün ilk ışıkları ile geldikleri tarlalarında çalışıyorlar. Kimi yeni filiz vermiş ekinlerini suluyor, kimi iyice olgunlaşmış yoncaları tırpanlıyor, kimi çayırlarda hayvanlarını otlatıyordu.

Beden eğitimi dersimize giren ilk mektep muallimi Lütfü hoca, perişan hâlimizi görünce hızla müdürün yanına gitti. Bizim duyamayacağımız şekilde bir şeyler söyledi. Sanıyorum biraz da sert konuşmuş;
"Bu gariban çocuklardan ne istiyorsun kardeşim? Vaziyet ortada, görmüyor musun? Bu kıyafetlerle bayram mı olur? Önce bir konuşalım, bir çıkış yolu bulalım falan…” demiş. O ise; sadece gülüp geçmiş. Bu perişan hâlimize hiç acımadı, don gömlekle yine de hareketleri yaptırdı.
 
Ertesi günü; 'herkes şu kadar para getirecek' dendi, ayakkabı numaralarımız alındı. İki-üç gün sonra da bez ayakkabı, beyaz naylon çorap, kolsuz bir atlet ve şorttan oluşan merasim kıyafetlerimizi elimize tutuşturdular.
Bugün 19 Mayıs...
 
Trampet, davul, zurna sesleri çocukların bağrışmalarına karışıyor; verilen emirler, onlarca ağız tarafından ayrı ayrı tekrarlanıyordu. Aşırı heyecan, telaş ve kargaşadan bastığımız yerleri görmüyor, bir düzen içinde yüksek sesle duyduklarımızı tekrarlıyor, sopalarla birbirimize dokunarak hizaya giriyor, denilenleri yapıyorduk.
 
Söğüt, kavak ve iğde ağaçlarının gölgelediği taraf halka ayrılmıştı. Erzurum usulü ihramlarına bürünmüş kadınlar, düzensiz bir şekilde, kimi yere çömelmiş, kimi ayakta merakla bekliyorlardı. Yanlarında getirdikleri küçüklerin:
 
"Hey! Ana baksana! İşte abim."
 
"Sus ola, ben de görirem!"
 
Merasim kıyafetleri çocukların dikkatini çekiyor olmalıydı ki;
 
"Olum, gelecek sene ben de aynısından giyecem. Babam ele diyir" laflarını duyuyordum.
Gürültüden merasimin başladığını kimse anlayamıyordu. Barın ezgilerine disiplinsiz toplanmış halkın ne söylendiği belli olmayan bağrışmaları, baharla birlikte coşan serçe çığlıkları karışıyor, bir uğultu hâlinde müdürümüzün düdük sesini bastırıyordu. Kaymakam, hâkim ve diğer hükûmet adamlarının sıralandığı yere çay, ayran götürüp getiren vazifeliler; her yanımızdan geçişlerinde "İyi hareket edin! Dayak yemeyin!" diye laf atıyorlardı.
 
Kara giye mi geldin?
Tırnak yiye mi geldin?
Çektiğimi duydun da,
Essah diye mi geldin?
 
Safların arasında, anasından kaçmış tıfıllar, ya abisine, ya da tanıdığı komşu çocuğa muziplik yapmaya çalışıyordu.
 
Birtakım asker, subayların emriyle hareketlendi.
 
"Rahat!"
 
"Hazrol!"
 
"Atış düzeni al!"
 
"Üç, iki, bir, ateş!.."
 
Merasim askerleri; oldukları yerde tüfeklerini havaya kaldırarak “dan dan dan!” Üç defa tekrarlanan bu ürkütücü ses, herkesi olduğu yerde mıhlamış, âdeta dondurmuştu. Keskin bir barut kokusu her tarafı kapladı. Artık ne konuşan bir kadın, ne de ağlayan bir velet kalmıştı ortalıkta. Halk kolayca hizaya sokulmuştu.
Sükûneti fırsat bilen Müdür Bey, herkesin görebileceği masa gibi bir şeyin üstüne çıktı... DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.