samdan
camii
hayirli-ramazanlar

Bu saatte ne olmuştu da kadınlar evimize gelmişti?

A -
A +

Benden saklananın ne olduğunu merak ediyorken kulaklarım da içerİden gelen konuşmalardaydı.

 

 

 

Hayretler içinde sordum:

 

"Ne, Annem mi? Anneme ne oldu?"

 

"Annene bir şey olmadı da içeri hep kadın dolu."

 

Korkmaya başladım. Bu saatte ne olmuştu da kadınlar evimize gelmişti?

 

"Yoksa Nineciğime mi?"

 

"Yok yok kimseye bir şey olmadı..."

 

"Ya ne var Abla?"

 

Benden saklananın ne olduğunu merak ediyorken kulaklarım da içerİden gelen konuşmalardaydı. Evet, ağlama, inleme sesleri yoktu, aksine gülenler vardı. "Allah Allah" dedim, rahatladım ve sabırla bekledim. Bir müddet sonra önümden çarşaflara sarılı birkaç kadın gülüşerek kaçıştı, sokak aralarında kayboldu.

 

"Tamam şimdi girebilirsin..."

 

"Neyse bir şey anlamadım ama…" diyerek, açık kapıdan girdim. Evde bir telaş sormayın. Annem, iki gün önce doğum yapmış. İçinde Sedat kardeşimin de olduğu üçüzlerimiz olmuş. Vedat, İmdat isimleri verilen kardeşlerimiz sağlıklı olmalarına rağmen acemi köy ebelerinin cehaletiyle vefat etmişler meğerse. Komşuların önümü kesip beni meşgul etmeleri, içeri almamalarının sebebi; sözlümün evde olmasıymış...

 

"Haydaa! Ne sözlüsü falan?" demeden kızcağızı apar topar baba evine göndermişler.

 

Annemin doğumu yaklaşınca, soğuk alıp hastalanmasın diye canım nineciğimi, kendi köyümüz Aha'ya götürmüşler... Tabii dediğini de yapmışlar.

 

"En sevdiğim torunuma, pek sevdiğim bir ailenin kızının sözünü kestik ya rahatım..." diyerek Osman Amcamın yanına gitmiş.

 

Köyden hiç yüzünü görmediğim, nasıl biri olduğunu dahi bilmediğim Ahmet Ağanın kerimesiyle böylece sözlenmiştim...

 

Artık dönüşü olmayan bir yola girmiştim. Fikren ve zikren hazır olmasam da hissiyatımı kime, nasıl anlatacaktım ki?

 

Şimdi soranlara diyorum ki:

 

Onaltı yaşında nişanlı, onyedi yaşında evli, ondokuz yaşında baba, otuzaltı yaşında kayınpeder, otuzdokuz yaşında dede olmakla hızlı bir şekilde hayata başlayan benden başkası nadir bulunur...

 

 

 

Acı suyu içilmez,

 

Pınarlara benzeme!

 

Üzerinden geçilmez,

 

Sarp dağlara benzeme!

 

 

 

Küfrü her gün gelişen,

 

Sözleriyle çelişen,

 

Dünya peşine düşen,

 

Ahmaklara benzeme!

 

 

 

Durup aniden coşan,

 

Engel demeyip aşan,

 

Bendini delip taşan,

 

Irmaklara benzeme!

 

 

 

Her tarafı bozulan,

 

Kiliseye yazılan,

 

Duvarına kazılan,

 

Yazılara benzeme!

 

 

 

HOCA üstüne çöken,

 

Herkese dudak büken,

 

Çevreyi kırıp döken,

 

Zorbalara benzeme!

 

               ***

     LOVE STORY...

Kuşakkaya tarafına doğru yürüyüşe çıkmıştım. Mütemadiyen esen rüzgâr, önüne kattığı sarı, turuncu yaprakları, envaiçeşit kâğıt parçalarını, poşetleri sürüklüyor, yolunu kaybetmiş kuşlar misali havalarda uçuşturuyordu. Kendine has gösterişiyle ilkbahar, vadiye hâkim olmuştu. “Bir daha nasip olur mu bilmem. Elveda Gümüşhane!” dedim, geri döndüm mektebime, oradan da sınıfıma… Bu düşünülerek yapılmış bir geri dönüş değildi. Gayr-i ihtiyari kendiliğinden olmuştu. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.