samdan
camii
hayirli-ramazanlar

Verdiğim cevaba gözleri yaşaracak kadar güldü!

A -
A +

Elimde olmadan geri çekildim, pencerenin önüne gittim. Orada kendimi emniyette hissediyordum nedense.

 

 

 

Söylediklerimden bir şey anlamayınca açıklama yapmak zorunda kaldım kıza:

 

- Bizim evimiz de burası, mektebimiz de… Başka yerimiz yok, malumunuz.

 

- Arkadaşların gezip eğleniyor ama!

 

- Herkesin sevinme şekli, eğlenme tarzı farklı. Ben sınıfımda da mesut ve bahtiyarım.

 

Bu cevabıma gözleri yaşaracak kadar güldü. Âdeta sıralara sarılıyor, kendini tutamıyordu.

 

- Demek sınıfta da mutlusun! Beni güldürdün be Ragıp!

 

Deyip tekrar tekrar gülünce:

 

- Bunda ne var, neresi komik? diyerek dışarı çıkmaya çalıştım.

 

- Dur hele nereye? Bana anlat, sınıfta tek başına nasıl mutlu olunacağını?..

 

Elimde olmadan geri çekildim, pencerenin önüne gittim. Orada kendimi emniyette hissediyordum nedense. Uzaktan cevapladım:

 

- İdeal insan, bulunduğu şartları huzura, mutluluğa çeviren insandır. Geçimsiz, mutsuz olan da bütün güzellikleri zehir zıkkım edebilendir. Ben böyle düşünüyor ve böyle inanıyorum.

 

- !!!

 

Kuyuya ip sarkıtır,

 

Gözden yaşlar akıtır,

 

Biri çıkıp da gelse,

 

Üzüntümü dağıtır.

 

 

 

Sınıf arkadaşım fazla felsefe yaptığımı düşünerek dudaklarını ısırır gibi yaptı. Bir şeyle meşgul olmak için iki elinin parmaklarıyla yeniden saçlarını düzeltti. Hâlâ gülümseyerek bakıyordu.

 

Yüksek imkânlara sahip, şehir ortamında doğmuş, büyümüş bu kız, benim küçük şeylerden mesut ve bahtiyar olabileceğimi nasıl kavrayacaktı ki? Yokluk görmüş, geçirmiş, hayatın zorluklarıyla küçük yaşta tanışmış, mücadele etmiş, garip, zavallı bir köylüyü nereden anlayacaktı? Karşısında ciddiyetimi koruyor, hiç gülmüyor, biraz da mahzun duruyordum.

 

Yan gözle elindeki kitaba baktım. Bir aşk romanıydı. İçimden; “Ah, işte suçlu elinde! Hep bu kitaplar onları zehirliyor, mahvediyor. Onları basit şeylerden mesut ve bahtiyar olmaya yabancı kılıyor..." diye düşünmemden mi ne kalbimde bir acı hissettim. Diğer bir ifadeyle karşımda benimle konuşmak için can atan bu genç güzel kıza acıyordum. Oturduğu yerden kalkıp bir muallim edasıyla kürsüye geçti, sandalyeye oturdu;

 

- 349 Karadayı tahtaya... diyerek yine gülmeye başladı. Ellerini masanın yanlarına dayadı. Hiddetlenmiş bir muallim gibi sesini yükseltti.

 

- Mutluluk öyle kolay mı sanıyorsun?

 

İçimden; “Çattık be!" diyerek boş gözlerle sağa sola bakındım.

 

O hâlâ konuşuyordu:

 

- Sevgiden, neşeden mahrum kalan yalnız sen misin? Bütün millet öyle! Herkes basit şeylerle yetiniyor, sefil, boynu bükük kalakalıyor. Senin muvaffakiyetin, kâbiliyetin bir başkasında olsaydı kimse yanına yaklaşamazdı biliyor musun?

 

Bana iltifat mı, hakaret mi ediyordu tam karar veremedim. "Açtım ağzımı, yumdum gözümü" derler ya o çeşitten başladım aklıma ilk gelenleri sıralamaya:

 

- Bütün millet az şeyle yetindiği zaman, küçük güzelliklerle mesut olduğu zaman problem çözülmüş demektir bence.

 

- Tabii ki sence!

 

- !!!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.