Canım ninem hâlime ağlıyor...

A -
A +
Nasıl önümüzü göremiyorduk? Gençliğin vermiş olduğu uçarılıkla ne kadar mesut, mutluyduk. 
 

Ona göre; bu yaşta mektep, iş-güç, ev-bark kurmak için verdiğimiz mücadele bizleri mahvediyor, solduruyordu. Huzura, ebedî saadete uzak ediyordu. Nedense yüzü pembeleşti, büzüşen ince dudakları titredi, kıvrandı, kalbinden acı çektiği aşikârdı, sarardı, soldu iyice. O, bu genç torununa, bu taze fidana acıyordu. Bir deri, bir kemik kalmış ellerini seccadesinin yanlarına dayadı. Hiddetlenmişti;

 

"Zemherinin soğuğunda bir odada iki çocuk kalamaz oğlum! Hayır hayır!" diye söylenerek ayağa kalkmak isterken koluna girdim, yardım ettim.

 

Ah bizler! Ah!... Nasıl önümüzü göremiyorduk? Gençliğin vermiş olduğu uçarılıkla ne kadar mesut, mutluyduk. Ebediyyen hep böyle kalacakmışız gibi düşünüyorduk. Çetin kışları, soğuğu, kurtları, tipi-boranlı havaları aklımıza bile getirmiyorduk. Güneş, kuşlar, yemyeşil tabiat, şırıl şırıl akan billur gibi sular kanımızı kaynatıyor, neşeden neşeye sokuyor, deli ediyordu âdeta. Sabahtan akşama kadar oradan oraya koşturuyor hayatın tadını çıkarıyorduk hep.

 

"Şimdi siz olacakları görmüyorsunuz!"

 

“!!!”

 

Muhterem nineme bir şey diyemeden ve ne olacağını tam anlayamadan öylece kalakaldım, kayıtsızca…

 

Canım ninem hâlim görüp ağlıyor,

 

Dövünüp kendini helak eyliyor,

 

Haktan korkar tatlı dille söylüyor.

 

 

 

Hiç büyüksüz evde hayat olur mu

 

Eski olsa da bal, bayat olur mu?

 

     ***

 

Çocuk aklımla çözemediğim birçok problemin altında eziliyordum. Bu yüzden olsa gerek hep düşünceliydim. Daima dış kapının arkasında sakladığım sopamı aldım, bir gölge gibi yavaşça sokağa çıkım. Niçin? Bir işim mi vardı? Birini mi görecektim? Aslında öyle acele edecek işim de yoktu, beklediğim de... Hiç çıkmasam da olurdu ancak çıkmış bulundum. Ayaklarım beni Dilaver Dayıların bahçelerine kadar götürdü. Bir yanımda Mevlüt Ustaların demirci dükkânı, bir yanımda da bahçenin kaba taşla örülmüş duvarı, karşımda kapısı açık Mahmud Dayıların bakkaliyesi görünüyordu. Köylülerin gelip geçtiği harman yerinde öküzleri nallamaya yarayan düzenek yan yatırılmış öylesine duruyordu. Mevlüt Ustaların harman örtmesi epey eskimiş olmalı ki çökmesin diye direklerle takviye edilmiş, desteklenmişti.

 

Kapı komşumuz Efo Dayı, “Ragıp Efendi ne yapıyorsun?” diye seslenince, ben de gayr-i ihtiyari dalgınlığımdan uyandım, ondan tarafa döndüm. Baktım evlerinden çıkmış bana doğru geliyor. Asıl ismi Efraim olan bu doğuştan âmâ komşumuzu herkes gibi ben de çok sever, sayardım.

 

“Efraim Dayı, numara yapma! İnan ki sen görüyorsun!” dedim. Elinde tuttuğu uzun kavak dalını sağa sola vurarak yanıma yaklaştı. “Ben görmüyorum da herkesin hareketlerinden, hatta nefes alıp vermesinden bile kimin ne yaptığını anlıyorum Ragıp Efendi...” dedi. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.