"Dün senden ayrıldıktan sonra düşündüm; sen haklısın Behlül"

A -
A +

Sultan’ımızın kolumu çekip ileri hamle yaparken "Gel şu kayaların üzerine oturalım Behlül” demesiyle derin düşüncelerimden sıyrıldım.

 

 

 

Harun Reşid:

 

- Yoksa küs müyüz Behlül?

 

- Ne haddime Efendim. Yüzüm kara!

 

- Tövbe tövbe! Hakikati, çekinmede söyledin Behlül! Arkamdan deseydin gıybet olurdu, dedikodu olurdu. Hem yalnız ben duydum! Yine beni düşünerek yaptın bunları!

 

- !!!

 

Yüzümün ne şekil aldığını göremediğim için görüntüm hakkında bir şey söyleyemiyorum, yalnız dikkatlice bakan Sultan’ım bende ne gördüyse fazla konuşmadı. Elimden sıkı sıkıya tuttu, o şekilde bir müddet yan yana yürüdük.

 

Ayaklarım yerden kesilmiş, rüzgârda savrulan kuru bir gazel gibiydim. Suçluluk ve onun getirdiği mahcubiyetten dolayı kan ter içinde kalmıştım. Boğuluyordum. Âdetâ nefes alamıyordum. Tozlu yolda mıydım yoksa bulutların üzerinde miydim emin değildim. Suçu sabit olmuş infaza götürülen mahkûm gibiydim ya da ölmüştüm de mahşerde hesap yerine götürülüyormuşum gibime geliyordu.

 

Kendimde olmadan ne kadar yol aldığımızdan tam emin değilim. Sultan’ımızın kolumu çekip ileri hamle yaparken "Gel şu kayaların üzerine oturalım Behlül” demesiyle derin düşüncelerimden sıyrıldım.

 

- Hadi Behlül! Nazlanma!

 

- Peki Efendim.

 

- Bak ne anlatacağım?

 

- !!!

 

- Dün senden ayrıldıktan sonra epey düşündüm Behlül. Yerden göğe kadar haklıydın. İftira etmedin ki olanı söyledin. Kâfir nefsimin hainliğini yüzüme karşı haykırdın. Utanacak biri varsa o benim Behlül! Sen: “Bu karşımda olan adam Sultan, ne olur ne olmaz, ona göre davranayım…” demedin. Başkaları olsaydı “Neme lazım başıma iş açmayayım! Bana dokunmayan bin yaşasın!” kabilinden en azından sükût eder, kendini tehlikeye atmazdı. Ben senin bu gözü karalığına, içi dışı bir oluşuna hayranım! Onun için de peşini bırakmıyorum.

 

Can sıkıntısının en güzel ilacı okumak malumunuz. O sıkıntılı hâlimle raflardaki kitaplardan birini çektim. Rastgele bir sayfa açtım. Bir hadîs-i şerif çıktı. “Bu benim için…” dedim, hemen okudum. Demir lokma gibi içime oturdu. Aman Allahım! Hem bir müjdeydi, hem de insanı sarsıyordu. Fazla merakta bırakmadan söyleyeyim:

 

Sevgili Peygamberimiz, sallallahü aleyhi ve sellem buyurmuşlar:

 

"Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra on bir defa İhlas sûresini okuyan, katilini affederek ölen…”

 

- Tüylerim diken diken oldu.

 

- Ben de çok tesirinde kalmıştım. Çok düşündüm! Kul hakkından kurtulmak çok zor olsa gerek. Kul hakkı yalnız mal mülk değildir, hem maddî hem mânevî kul hakları var. Kalp kırdıysak, gidip gönlünü almalıyız muhatabımızın. Maddî ise, borcumuzu bekletmeden ödemeliyiz.

 

- Efendim! Kul hakkı çok çok mühimdir, haramdır, Cennete girmeye mâni olur. Hattâ bir kimse namaz kılarken, bütün elbisesi helâl olsa, yalnız bir düğmesine geçirdiği iplik haramdan olsa o namaza sevab verilmez. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.