"Hak yolcusu, aynı zamanda; edep ve adap yolcusudur. Büyüğümüzle konuşurken belki de farkında olmadan, edebimizden yüzümüz kızarırdı…"
Sultan’ımın benim gibi bir çulsuza bu kadar kıymet verip zaman ayırması bile büyük bir kadirşinaslıktı, fevkalâde bir fedakârlıktı. Niyet güzel olunca olmaz denilenler oluyordu.
Ortalık tenhalaşınca, ben yine kaldığım çocukluk senelerime döndüm. Hayal hayal… Hayat hayal değil miydi zaten? Her şey rüyaydı da uyanamıyordum bir türlü.
Senelerce maziye böyle yolculuk yapıp durdum… Yaşadığım şehri, mahallemi ve sokağımı şöyle bir gözlerimin önüne taşıdım mı kendimden geçerdim. O günleri bir daha hafızamda toparlamam bana kuvvet veriyor, ahiretime sarılmama da vesile oluyordu. Belki de o yüzden sık sık mazimdekileri önüme koyuyor, “Bak Behlül! O günler, nasıl rüzgâr gibi süratle geçip gittiyse bu günler de öyle geçip gidecek! Ya hayır söyle ya sus! Ya faydalı şeyler yap ya da o vadedilen büyük hesaba hazırlan…” diyor, NEFSİMİ sîgaya çekiyordum her fırsatta.
Hatıralarım bitecek gibi değildi anlayacağınız. O kadar çoktu ki!
“Mahalle pazarından bekçisine… Dostluk bağı, bir içli sevda gibi hasreti çekiliyordu. O senelere gidip gelmem yüzüme yansıyor, iliklerime kadar huzurla doluyordum.
O devrin çocuğunda, gencinde, hane halkında yüksek bir huzur vardı, herkes bunu rahat görür mesut ve bahtiyar olurdu. Yani içlerindeki muhabbet dışa yansırdı… İnsan insana omuz veren dağlar gibiydi… Her şeyden önce, “YALNIZ DEĞİLSİNİZ! DİN KARDEŞİNİZ VAR!” der, birlikte olmanın heyecanını yaşardık!
Bu bitmeyen emin olma hâli, dostluk, bir bakıma bizleri birbirimize bağlardı… Hürmet ve muhabbetin çoğalması insanlık derecesinin yükselmesi demekti. Şimdi öyle fırtınalar esiyor ki, yalnızlığımızı çok yakinen hissediyoruz!
Bunları anlatırken şu suâl aklıma geliverdi gayr-i ihtiyari: “Acaba gönüllerle birlikte toprak da mı çoraklaştı!” Bir söz ehlinin şöyle dediğini duymuştum: “Dereler çekilir toprak altına, kuruyan dereler değil, gözyaşlarımızdı!" Bir düşün, gözyaşı dökemeyen insanların merhametsizliğini! Bir düşün, merhametsizlerin hâkim olduğu bir dünyayı! Böyle bir dünyada insan olan hiç yaşamak ister mi? Rahmetli Babacığım sıklıkla ifade ederdi, “En hayırlı insan yanına rahat yaklaşılandır, en hayırlı kazanç helâl lokmadır. Helâl kazancın bereketi vardır. Hem de sayılmayacak kadar çok. Yine büyüklerimiz sık sık, “Boğazınızdan geçen lokmanıza dikkat ediniz!” derlerdi.
Hak yolcusu, aynı zamanda; edep ve adap yolcusudur. Büyüğümüzle konuşurken belki de farkında olmadan, edebimizden yüzümüz kızarırdı… Yüzü kızaran bir insan, yanlış yapabilir mi?
Bir insanın arkasından konuşmak, onu çekiştirmek bizlere hiç yakışmazdı! Öyle öğretildi. "Aman ha, kalpler kırılmasın!" denildi.
İnancımız sarsılmaz, büyüklerimize hürmetimiz sınırsız, küçüklerimize muhabbetimiz tam olsun istiyorum. Muhabbetle hayatımız bir mânâ kazanır. O zaman sevgi rahmet bulutları olur, yağar üstümüze üstümüze… Şu fâni dünyada, kalp kırmadan muhabbeti artıralım, dostlukları kuvvetlendirelim, pişman olmayacağımız işler yapalım. Gerisi mi? Gerisi hiç! Ahirette işe yaramayacak her şey kocaman bir HİÇ!.. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...