Etraf karanlığa gömüldü ve nur zulmetle yer değiştirdi...

A -
A +

Bir kara ahtapot gibi kollarıyla ateş küreyi kapatmaya çalışan korkunç görünümlü bulut, yiyip doymayan ejderha gibiydi.

 

 

 

 

Fırtınaya yakalanırsam ağır sıkıntı yaşayacağımın korkusu sardı içimi. Uleyyân’ın zaten öyle bir derdi yoktu. Ben duruyorum o da duruyor, ben yürüyorum o da peşime takılıyordu. Dünyadan bihaber tam meczuptu. Ne kolay şeydi birini taklit etmek ya da tam tâbi olmak...

 

Ürkek gözlerle bakıyorum da en yakın evler daha çok uzaklardaydı. Sık sık kafamı kaldırıp semayı seyrediyorum elimde olmadan. Bulutlar gittikçe büyüyor ve kurşunî bir renge bürünüyordu. Bir kara ahtapot gibi kollarıyla ateş küreyi kapatmaya çalışan korkunç görünümlü bulut, yiyip doymayan ejderha gibiydi. Şimdilik en ufak rüzgâr bile olmadığı hâlde hızla üzerime doğru geliyordu. Ya da korktuğumdan dolayı öyle sanıyordum. Kocaman bir nar topu gibi gökte asılı duran kızgın güneş, gittikçe tesirini kaybediyor, son kıvılcım saçan huzmelerini bize ulaştırmaya direniyordu. Henüz tamamen örtülmemişti. Kendine en yakın bulutun içini, ufka kadar uzanan uzun kurşuni gölgelerini kızıl bir hâle ile sarıp sarmalıyor, dünyayı aynı heyecanla aydınlatıyordu. Arada bir, uzaklarda şimşek çakması devam ediyordu. Gittikçe artan, yaklaşan kesik kesik gürültülerle bütün gökyüzüne yayılan hafif bir uğultu, gelecek tehlikenin habercisi miydi?

 

Birlikte yürüdüğümüz Uleyyân, yanımdan ayrılarak önümüzü kapatan yaprakları yukarı kaldırdı. Tarla, bağ, bahçe ve yollardaki köylüler, göğün her gürlemesinde yüklerini ellerine alarak koşuyordu. Atlar kulaklarını dikiyor, yaklaşmakta olan buluttan çevreye yayılan buhar yüklü taze havayı kokluyorlarmış gibi burun deliklerini açıyor, kişneyerek koşulu oldukları arabaları tozlu yolda hızla çekiyorlardı. Sebebini tam bilemediğim korkudan olsa gerek damarlarımdaki kanın daha hızlı aktığını duyuyordum. Daha büyüyen bulutlar gittikçe güneşi örtüp son kez ufkun iç daraltıcı yanını aydınlattı, bilahare de hepten kayboldu. Her taraf birdenbire karanlığa gömüldü. Nur, zulmetle yer değiştirdi. Daralan içim daha çok sıkılıyordu. Dicle vadisini bir orman gibi süsleyen kavaklar, söğütler, palmiye ve çeşitli meyve ağaçları şiddetli bir rüzgârla, soğukta üşüyormuşlar gibi titremeye başladı.

 

Kara bulutların altında kirli beyaz bir renk alan yapraklar hışırdıyor, koca çınarların tepeleri sallanıyor, kuru otlar toprak yol üzerinde uçuşuyordu. Sayısız serçeler, kırlangıçlar kopacak fırtınadan kaçmak için mi ne cıvıldaşıyor, karakargalar, tüyleri karışmış olan kanatlarıyla oradan oraya sürükleniyordu. Kaftanımın açık aralıklarından giren serin yel içimi rutubet kokan esintilerle dolduruyordu.

 

Biraz önce uzaklarda olan şimşekler şimdi tepemizde çakıyordu. Gözlerimizi kamaştıran bir anlık parlaklık, Uleyyân'ın kendinden olmayan büzülmüş vücudunu, tozlu yolu, kaçışanları aydınlatıyordu. Artan şiddetli uğultu, hem korkutuyor hem de soluğumuzu kesiyor, bizi titretip sersemletiyordu.

 

Yakınımızdan geçen at arabalarının tekerlekleri hızla dönüyordu. Uleyyân’ın korktuğunu, omuz başlarının titremesinden anlasam da belli etmemeye çalışıyordum. Her an başımıza gelebilecek bir felaketin beklentisi kaplamıştı. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.