Kare şeklinde, iki duvarında ikişer penceresi olan ve hiçbir yapı kaidesine, hiçbir inşaat esasına uymayan tuhaf bir yerdi bu evimiz.
Eski ismi Verintap yeni ismi Otlutepe köyünden ilk mektep arkadaşım Çakimetlerin Aziz ile birlikte kalıyorduk. Kare şeklinde, iki duvarında ikişer penceresi olan ve hiçbir yapı kaidesine, hiçbir inşaat esasına uymayan tuhaf bir yerdi bu evimiz. Tek kat pencere camları ha düştü düşecek vaziyette, sanki bilerek, isteyerek eğreti tutturulmuştu. Davetsiz, hattâ biraz da metazori diyebileceğimiz misafirimiz rüzgâr, cirit oynar gibi bir taraftan girip diğer taraftan ıslık çalarak çıkıyordu. Üstelik odanın altı da boş, tandırbaşı...
Ortalama iki haftada bir yakıyorlar tandırı. Bu yüzden duman odamızdan eksik olmuyor ama sıcaklık denen bir şey hiç uğramıyordu yanımıza...
Köyden tezek getirmişiz. Güya soba yakıp eksi otuz, otuz beş dereceyi bulan soğuktan korunacaktık. Pratik olacağını düşünerek bize verilen harçlıklarımızla birkaç şişe gazyağı aldık. Donmuş tezeklere döküyoruz alev alıyor, gaz bitiyor soba da... En enteresan olanıysa; odanın kapısı yok. Tandırbaşından girip merdivenleri tırmanıyor, bir tahtayı geri ittiriyoruz, oradan da odamıza giriyorduk.
Fazla zaman geçmeden zemheri denilen en ağır kış gelip çattı. Olmayan yollar hepten kapandı, artık köye de gidip gelemez olmuştuk. Bu ağır kış şartlarında ayakta ve hayatta kalabilmek için Aziz'le çok düşündük; ne yapalım, ne edelim de bu soğukları kolay aşalım?
Kapı gibi kullandığımız yerden daha çok soğuk giriyordu. Önce burayı kapatmalıydık ama nasıl? Hiçbir çözüm üretemiyorduk. En nihayetinde döşeklerimizi üst üste, açık olan bu yere serip ve yün yorganlarımızı üzerimize alarak beraber yatmaya karar verdik.
Bu fikrimizi tatbik etmeye başladığımızda soğuklar zirve yapmıştı. Camlar bile buz tutuyor, dışarıyı göremiyorduk.
Edebiyat kitabında kar şiirini okumuştuk. Muziplik olsun diye arkadaşım bir muallim edasıyla pencereden içeri dolmaya başlayan karlara karşı söylemeye başladı.
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi karlar.
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu
Ey kebûterlerin neşideleri
O baharın bu işte ferdâsı,
Kapladı bir derin sükûta yeri
Karlar...
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar
Ey uçarken düşüp ölen kelebek
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
Gibi kar.
Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…
…
“Bunu yazan şair kolaysa gelsin burada yaşasın bakalım nasıl şiirler yazardı?”
Ben de ona dedim ki:
“Şöyle şiirler yazardı!”
“!!!”
Merakla ne diyeceğimi bekledi.
Geçim derdi olmadan ağır uyku çekmeye,
Bulutların üstüne bir güzel yatasım var!
Kötüyü ayırmayıp aldırmadan tekmeye,
Ak karların içinde donmadan yatasım var!
Ağlanacak hâlimize gülüyorduk. Soğuğu, karı, kışı oyuncak yapmıştık dilimize. Ne kadar çocukluğa verip eğlensek de hakikat bir başkaydı ve çok ürkütücüydü. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...