"Evladım, öyle ne yapıyorsun niçin susuyorsun?..”

A -
A +
Bir şey diyecekmiş gibiydi ama diyemedi, vazgeçti. Hâlâ kendi âlemindeydi. Elinde olmadan yine esnedi. Galiba uzun dalgınlığından uyanacaktı...
 
Çektikleri acıları anlatmak ve hele anlamak bu devrin insanı için kolay olmuyordu. Muhacirlik esnasında karşılaştıkları hadiseleri hiç unutmuyor, detaylı olarak tam hatırlıyordu. Kuytu köşelerin hafif karanlıklarından bazen uyanır gibi ayrılan gözlerini ara sıra, karşısında kitap, defterlerle uğraşan gence, yani bana, ikinci torununa çeviriyor, manalı manalı bakıyordu... Birden buruşmuş dudakları aralandı. Kalan birkaç dişi; yanık dal parçası gibi görünüyordu. Gayr-i ihtiyari esnedi. Kabarık damarları uzaktan bile fark edilen sararmış eliyle ağzını kapattı. Titreyen parmaklarını beyaz tülbendinin altında daha beyaz görünen saçlarına götürdü. Başını kaşır gibi yaptı, örtüsünü düzeltti. Bir şey diyecekmiş gibiydi ama diyemedi, vazgeçti. Hâlâ kendi âlemindeydi. Elinde olmadan yine esnedi. Galiba uzun dalgınlığından uyanacaktı...

Arkasındaki açık pencereden davetsiz bir misafir gibi fasılasız giren rüzgâr, onu daldığı hayallerinden, hatıralarından bir şafak heyecanı ve canlılığıyla koparmaya çalışıyordu sanki. Yavaş yavaş kamburunu halı yastıklara dayadı. Titreyen benekli ellerini dizlerine koydu, başını ağır ağır çevirdi;

 

“Ragıp’ım, canım evladım, öyle ne yapıyorsun, niçin susuyorsun?” dedi.

 

“!!!"

 

Çok sevdiğim nûr yüzlü bu asırlık hanımefendi babaanneme lakayt kalamıyordum. Gülümseyerek yüzüne baktım. O devamında:

 

"Biraz konuşalım! Hı, ne dersin?"

 

İlk defa anadan, babadan ve alışık olduğum evimden ayrılacak olmanın telaş ve endişesiyle bulutlanan gözlerimi işimden ayırmayarak;

 

“İnşâallah, konuşalım! Yarın İd'e, okumaya gideceğim güzel nineciğim..." diyebildim.

 

Sebebini tam bilemiyorum ama bu kelimeleri söylerken pek hüzünlenmiştim. Ancak onüç yaşında ya var, ya yokum. Boyum uzun olduğundan yaşıtlarımdan önce ilk mektebe yazılmıştım. Bu sene kazamızda yeni açılan orta mektebin de yaşça en küçük talebeleri arasında sayılıyordum.

 

Canım nineciğim tekrar sordu:

 

"Ne okuyacaksın evladım?"

 

"Orta mektepte okuyacağım nineciğim."

 

"Tek başına ha!"

 

"Bir arkadaşım da olacak."

 

“İki çocuk, koca şeher ve büyüksüz bir ev! Allah! Allah! Ne yapacaksınız?"

 

"Hiç!"

 

"Siz gençler her sualin cevabını; 'hiç' koyup çıkmışsınız mâşâallah!"

 

Ninem, verdiğim cevaplardan memnun olmamış ki başını sağa sola sallayarak yine uzaklara daldı. Karşısında olacaklardan habersiz duran, tecrübesiz torununun hâline acıyor, bir şey belli etmeden de alttan alta bakıyordu. Ben ise, hayatımın mühim bir safhasına adım atmanın korku ve heyecanı içindeydim. Ya okuyup devletime, milletime, aileme ve hepsinden de mühimi kendime faydalı olacaktım, ya da köyün çobanlarından biri... Çünkü başka bir seçeneğim yoktu.

 

Çocuk denecek yaşta olmama rağmen istikbâlimi hep düşünüyordum. Arkadaşlarıma bakıyorum; hepsinin malı-davarı, tarlaları, çayırları yedi sülalelerine yetecek kadardı. Bizim ise; babamın köyden ücret olarak topladıklarından başka hiçbir şeyimiz yoktu. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.