"Ben dışı ihtiyar, içi genç biriyim ve üstelik aynı medresede talebeyiz!.."
Medreseye yeni gitmiştim. İlk derste müderris efendi “Hoş gelmişsiniz. Hayırlı ve mübarek olsun…” dedi, güzel ve kalpleri okşayıcı bir nasihat ve duâdan sonra önce kendini tanıttı, sonra da:
“Bu sene, nefsini ayaklar altına alarak aramıza katılan bir talebemiz daha var. Lisan-ı hâl ile hepimize ders veriyor olacak o kardeşimiz. Bakalım sizlerden memnun kalacak mı ya da sizler ondan?” dedi… Gayr-i ihtiyari herkes gibi ben de etrafa bakınmaya başlamıştım ki yumuşak bir el, kelebek hassasiyetiyle omzuma dokundu… Merakla döndüm… Yüzü iyice kırışmış, bembeyaz nuranî sakalıyla bir ihtiyar dede, bana tebessüm ederek bakıyordu…
“Ben Abdullah...” dedi… Mecaz mânâda, bilhassa kullandığını düşünerek, muziplik olsun kabilinden “Ben de Abdullah'ım…” dedim, elini öpmek istedim. Müsaade etmedi gayet tabii. “Böyle göründüğüme bakma! Ben dışı ihtiyar, içi genç biriyim ve üstelik aynı medresede talebeyiz! Pir-i fâni oldum ama okuma azmim hiç dinmedi… Madem burada dirsek çürüteceğiz, demek ki Rabbim müsaade ettiği müddetçe beraber olacağız…”
Ben de bu sempatik yeni medrese arkadaşıma “İnşaallah Efendim…” dedim, güldüm… O daha ileri giderek “Hadi sarıl bana…” dedi, kucaklaştık. Öyle sımsıkı sarıldı ki… “Bu kadar genç ve masum yaşta niçin geldin?” diye şakalaştım. Gülen yüzünde güller açıldı sanki:
“Buraya para pul sahibi zengin biri olmak, herkesin sayıp sevebileceği, hürmet göstereceği muhterem bir zat olmak için geldim! Muhtelif evim barkım, vadiler dolusu sürülerim olsun, insanlar hayran kalsın istedim! İtibarlı ve bolluk içinde yaşamak fena bir şey mi?”
Anladığım kadarıyla bunları, kafamda oluşabilecek suâllere peşin cevap olarak veriyordu. Baba oğul gibi müşfik bir bakış attı, gülüştük yeniden. Hızlı bir şekilde arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, medresede hep beraber ders çalıştık, zor mevzuları mütalaa ettik, yorulunca dışarı çıktık, gezdik dolaştık ve çok sohbetlerde hep beraberdik. Dünyadan, ahiretten konuşulunca sonu gelmiyordu. Öyle zeki, akıllı ve öyle tecrübeliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sanki beni benden alıp adam etmek için hususi vazifelendirilmişti.
Kısa medrese hayatımda, gördüğüm kadarıyla herkesin en sevip saydığı biri oldu Abdullah Efendi. Zaten dolu gelmişti, iyice tepeledi dağarcığını. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. İyi ve temiz giyinmeyi seviyor, diğer talebelerin, müderrislerin alâkasını çekmeye, muhabbetle dost edinmeye muvaffak oluyordu. Herkes kendi hayatını yaşıyor olsa da o başkaydı. Hepimizden daha canlı, daha dolu, daha ihlâslı, tecrübeli ve daha takvaydı. Az değil çok şeyi ondan öğrendim desem yeridir… DEVAMI YARIN