Yalnız karnının doyurulmasını düşünen açlığa mahkûm bir Afrikalı gibi, yarım yamalak yazılmış romanın sonunu merak ediyordum.
Yine eski defterimden boş sayfa buldum, gürültü ile kopardım. “Şu an hissettiklerimi kısaca yazıyorum. Dürüstçe, değiştirmeden...”
Yel esip savuruyor,
Gün vurup kavuruyor,
“Haydi yaz” dediğimde,
Öyle mahsun duruyor!
Hakikaten ne hissediyordum? Bunu düşünüp yazmaya zamanım mı vardı? Boş biri olmadığımı ispat etmenin, başkalarını alt etmenin peşinde miydim de kendimden haberim yoktu? İçimden diyordum ki: “Yok, hayır! Bu basit bir davranış... Ne olursa olsun her yerde, her zemin ve durumda dürüst olmalıyım! O, öyle bir hazine ki, hiçbir zaman kıymetten düşmez! Bu hususta mutlaka muvaffak olmalıyım!”
O gün hayat arkadaşım, yazdıklarımı ve yanında doktor olan torunumu da getirmişti. Tomar tomar kâğıtları uzatırken “Al bunları Nefise! Acele etmeden tane tane oku, dedenle beraber dinleyelim.” O da zevkle başladı. Bilhassa vurgulayarak okuyordu yazdıklarımı. “Hakikatin ta kendisi bunlar...” diyor, yan gözlerle de bana bakıyordu. Yalnız karnının doyurulmasını düşünen açlığa mahkûm bir Afrikalı gibi, yarım yamalak yazılmış romanın sonunu merak ediyordum. Sanki bunları yazan ben değilmişim de ilk defa duyduklarımı kaçırmak istemiyordum. Anlayacağınız meraklı, bir o kadar da masum dinleyici gibiydim o gün. Her okunan kâğıda bir şey deme ihtiyacı duyuyordu refikam. Elindekini bitirince, “Biraz nefeslen doktor kızım…” dedi, sustu. Her ne hikmetse bu bölümde çok düşündü, dudaklarını ısırır gibi yaptı, birden “yalan” dedi, ayağa kalktı. Beklemediğim bu ifade ve hareket karşısında donakalmıştım. Susmak güzeldi ama nereye kadardı? Hakarete ne zaman sıra gelecekti? “Bakalım bu kez ne diyecek?” gibi sorular canımı iyice sıkmıştı. Kızmamaya kararlıydım ama kendimi de müdafaa edecektim. Masum bir çocuk saflığıyla işiteceğim üzücü cümleleri beklerken hayat arkadaşım, yüzüme baktı, tebessüm etti:
- Hoca, yazdıklarınla ağlatacaksın beni! Nazar değmesin diye kalbinin biraz kırılmasını istedim. Onun için de o yakışıksız ifadeyi kullandım. Çok çok teşekkür ederim. Yazdığın her cümleye aynen iştirak ediyor, bütün kalbimle de inanıyorum.
- !!!
Mütevazı evimizin bir odasından ruhuma doğru inen derin bir ferahlığı yudumluyordum huzur dolu olarak. Hiçbir şey iken, her şey olmaya müsait bir hayat parıltısıydı bu karşılık. Filizlenen bir şeyler vardı, evet hâlâ tükenmeyi reddeden bir şeyler... O durmadı, ilâve etti:
- Kurumuş ağaç çizmendeki hikmeti anlamamıştım. Bu yazıyı okuyunca yeniden ve daha dikkatlice baktım. Kurumuş kocaman kütüğün dibinde yeşeren çiçek, her şeyden ümitvar olmamız lazım geldiğini söylüyor bizlere. Diğer bir ifadeyle hepten karamsarlık yok insanoğluna. Orada bizi bekleyen bir ümit var, doğru bu. İhtişamlı, devasa kütük gibi olmasa da kendisi gibi ayakta durabilen, yaratılışındaki harikuladeliğe şahitlik eden bir çiçek hem de. İhtişama, büyüklüğe bakıp utancından sapsarı kesilen ve zamanı gelince arıya bal, böceklere yuva, tabiata eşsiz güzellik ve nefis kokular saçan, kısacası etrafına huzur veren bir çiçek... DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...