İçimizde tavşan kadar zıplayan tazı kadar koşanlar vardı...

A -
A +

Huzur ve saadet içimde dalgalanıp dururken hüngür hüngür ağlamak istiyordum... Ben hayallerimde müdür bey kendi âlemindeydi. 

 

 

 

Bir ara müdürden gözlerimi kaçırıp semaya baktım. İrili ufaklı pamuk yığınları misali bulutlar, üstümüzden uçarcasına gelip geçiyordu. Onlara sessiz çığlığımla: “Hey hey! Nereye nereye gidiyorsanız beyaz bulutlar? Beni de alın, buralardan götürün!”

 

Sesimi duyuramayacağımı bildiğimden yine hayallere daldım. Tıpkı masallardaki gibi binebilseydim bulutların üzerine. Onlar nereye ben de oraya. Bilhassa zalimlerin olmadığı, hatta hiç kimsenin olmadığı bir yerlere gitseydim ve hür, müstakil, canımı yakmayanlarla bir ömür beraber olsaydım. O zaman hayatın ne mânâsı olurdu onu tam bilemiyorum ama kötülerden uzak olmayı seviyordum çocuk denecek yaştayken bile. Sonsuzluğu kucaklamak ister gibi kollarımı boşluğa uzatınca ruhumun uçup gideceğini zannediyordum. Huzur ve saadet içimde dalgalanıp dururken hüngür hüngür ağlamak istiyordum...

 

Ben hayallerimde müdür bey kendi âlemindeydi. Sabah sabah yine kimler dayak yiyecek, kimler küfür işitecekti? Müdür Bey, uzun uzadıya anlattığı hikâyesini hâlâ bitiremiyordu. Beden Eğitimi hocamız dalgındı. Bahçe duvar diplerinde bitmiş, yavru ateşböcekleri gibi parıldayan sarı mayıs çiçeklerine bakıyordu. O biliyordu; talebelerin hepsi kaba-saba köylü, atletik yapılı da olsalar eğitilmemişlerdi. İçlerinde tavşan kadar zıplayan, tazı kadar koşanlar vardı.

 

“Müdür Bey!”

 

“Ne var?”

 

“Son prova yapılacak çayıra varılması onbeş dakika bile sürmez!”

 

"Bu da ne demek?"

 

"Hayır, bir şey demek değil müdürüm! Birkaç gün iyi çalışalım, hele yerler kurusun… Narman Narman olalı böyle bir merasim görmeyecek sayende..."

 

"Talebelerin hepsini götür diyorum."

 

"Bu güç değil ki müdürüm."

 

“!!!”

 

"Ben buraların uşağını bilirim de ondan emin diyorum!"

 

 

 

Otlatırken kazları,

 

Patlatır sakızları,

 

Her atı çok severim,

 

İlla da yağızları.

 

 

 

Müdür Bey, esrarlı biriydi, kafasındakilerini en yakın adamlarından bile saklar "yerin kulağı var" der, kendi planını kurardı hep. Beden Eğitimi muallimi gibi bu sessiz, bu mânâsız beklemeden bütün talebeler de sıkılıyor fakat kimseye bir şey anlatma cesareti gösteremiyorduk. Müdür Beyin; Necip Beylerden gelen birini beklediği söylentisi iyice dillenir oldu. Bizden daha yaşlı abilerimiz;

 

"Biz çayırlara gitmesini bilemez miyiz? Müdür gelmese olmaz mı? Bir muallim yetmez mi? Ne duruyoruz?" diye dedikodu yapıyorlardı.

 

Bu minval üzere; bahar geldiği günden beri, spor hareketleri için her gün fasılasız çayırlara gittik, geldik.

 

19 Mayıs’tan birkaç gün önce, son provalar için bütün talebeler asıl merasim yapılacak çayırda yerimizi aldık. Müdürden bir emir:

 

"Herkes soyunsun!"

 

Şoke olmuştuk!

 

"Bu da nereden çıktı? Ne yapmak istiyor? Biz kendi kendimize soyunurken bile utanıyoruz, şimdi bu kadar insanın içinde... Tövbe tövbe!"

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.