Kulaklarımı çınlatacak kadar derin bir sessizlik hâkimdi!..

A -
A +

Durgun suya bakabilseydim görürdüm yüzümün aldığı korkunç şekli; rengimin bembeyaz kesildiğini...

 

 

 

Birkaç adım ötesinde paldır küldür yuvarlanmaya başlayan şeye; nefesi tutulmuş, gözleri kocaman açılmış hâlde baktım. Bir insandı bu! Evet yanlış duymadınız iki ayaklı; senin gibi benim gibi... Kim bilir ne hedefleri, idealleri vardı bunun... Çalı çırpıya karışan bedeni, savrulmuş bir bez bebek kadar cansız görünüyordu. Düşmenin tesiriyle oradan oraya çarpan kol ve bacakları ancak Dicle’nin sularıyla buluştuğunda durabildi.

 

Etrafta ölü bir sessizlik vardı, iyice derinleşti. Ağır bir endişeye kapıldım elimde olmadan. Kulaklarımı çınlatacak kadar derin bir sessizlik ve ilaveten tarifsiz bir korku hâkimdi bedenime… Durgun suya bakabilseydim görürdüm yüzümün aldığı korkunç şekli; rengimin bembeyaz kesildiğini...

 

Ne ileri ne geri gidebiliyordum; âdetâ bastığım toprakla kaynaşmıştım. Hemen önümde, suyun üzerinde boylu boyunca yüzmekte olan tanımadığım bir beden... Ağır ağır batıyor çıkıyor. Ayak çırpıntısından köpükler oluşuyor. Bu baloncuklar, nehrin akıntısını gittikçe şeffaf bir tülle kaplamakta… Neden sonra çenelerim birbirine vurmaya başladı. Şahid olduğum bu acayip manzarayı, bilhassa da tanımadığım bu simayı, tebessüm eden bu solgun yüzü, hayatım boyunca asla unutamayacaktım.

 

Farkında değildim olup bitenlerin. Yaprakların, yosunların, derin akıntıların birbirine karıştığı derya görünümlü suyun içinde billur gibi parıldayan kocaman bir çift göz dikkatimden kaçmıyordu. Bütün olan bitene omuz silkercesine semaya dalıp gitmiş bu camdanmış gibi iki göz bebeğin derinliklerinde, öyle tuhaf öyle sarsıcı bir ışıltı vardı ki... Titreme geldi üzerime. Hücrelerime kadar işleyen bir titreme… Her şeye rağmen iyi geldi. Nasıl olduysa çözüldüm. Cesaretimi toplayıp etrafıma bakındım. Tıkalı kulaklarım da açılıverdi. Aslında ben yeşillikler içinde kuş sesleriyle canlı bir yerdeymişim de kendimden haberim yokmuş.

 

Yaz güneşinin kavurduğu hava, ardı arkası kesilmeyen kuş cıvıltılarının tiz çığlıklarla sudakine bakarken o sık sık karşılaştığım sesi duydum:

 

-  Behlül!

 

- !!!

 

- Hey! Duymuyor musun  Behlül?

 

- Buyur Sultan’ım!

 

- Fena korkmuşsun!

 

- !!!

 

- Söyle ne oldu? Kim dövdü seni? Çabuk söyle!

 

- !!!

 

Sultan’ımı yanı başımda görünce üzerimdeki ağırlıklar da kalkıverdi, rahat bir nefes aldım. Toparlandım, hiçbir şey olmamış gibi kimselerin dövmediğini, biraz önce yaşadıklarımı tek tek anlatıverdim. “İlahi  Behlül! Senin kalp gözün açılmış…” deyip elimi öpmeye kalkıştı, bırakmadım. Garip hâlime huzur dolu gülümsedi. Sonra da “Sen Sabit Efendiyi görmüşsün…” deyip İmam-ı Âzam Ebû Hanife hazretlerinin babasını anlattı.

 

- Bak  Behlül!

 

- Buyur Efendim.

 

- Hep sen mi anlatacaksın? Mühim hadiseleri bir de benden dinle.

 

- Peki Efendim.

 

- Şöyle kendine gel, iyi dinle.

 

- Başım gözüm üstüne...

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.