Müşfik, son derece sevimli bir yüzü vardı dedemin...

A -
A +

Küçükken ilk gördüğüm ölü ve gittiğim ilk kabir dedeminkiydi. Yemyeşil ağaçların gölgesi düşmüştü mezarların üstüne.

 

 

 

Toprağın derinliklerine hiçbir şey götüremiyorduk, götürsek de bizle birlikte çürüyüp yılanlara, çıyanlara, kurtlara, solucanlara ve daha nice adını bilmediğimiz muhtelif böceklere yem olacaktık. "Ne yaman adammış! Ne büyük kahramandı! Ne muhteşem sultandı! Ne kuvvetli pehlivandı! Karun kadar zengindi!” diye söylenip hatırlanmaktansa; “Ne yaman ölüm, ne güzel son! Ne iyi insandı!” denilen biri olmayı tercih ederdim. 

 

Şanın şöhretin, işe yaramayan kuvvet ve kudretin, boşa geçmiş Cehennemlik bir hayatın ne ehemmiyeti vardı? Salt ölüme değil ölenlerle beraber nicelerinin öldüğüne de şahid oluyordum. Mezarın dışında kalanların kaç parçaları ölenlerle gömülüyordu? Olup bitenleri görüyor, akıbetime yanıyordum. Son pişmanlık yaşları fayda eder miydi acaba? "Niçin yaşadın ve niçin sevinip güldün? Kendi menfaatin için mi, Allah için mi ağladın? Kendi nefsine mi yoksa insanlık adına da mı gözyaşı döktün?” suâllerine ne cevap verecektim?

 

Kabristandan ayrılırken oradakilere dönüp bakıyorum, gözyaşlarıyla ıslanmış bir mendil kalmış en yakınların elinde.

 

Küçükken ilk gördüğüm ölü ve gittiğim ilk kabir dedeminkiydi. Yemyeşil ağaçların gölgesi düşmüştü mezarların üstüne. Gölgeleri sanki ölümün hayattaki uzantısı gibiydi. Taşların soğuk duruşları, üzerindeki yazılar, hayatın en kısa bir hülasasıydı bana göre. Çoğu mezar taşında doğum ve ölüm tarihleri yazılıydı. İnsan ömrü; iki taş veya iki tarih arasında bir hayattı. Öyleyse ne ehemmiyeti vardı dünyaya taparcasına sarılmanın?..

 

Dedeciğimle aynı odayı paylaşıyorduk, benim karşımda, pencerenin yakınında yatıyordu hep. Hastalığında da yeri değiştirilmedi. Çocuk aklımla gördüklerim, kafamda iyice yer etmiş, istesem de unutamıyorum. Çok ihtiyar, seksen, seksen beş yaşlarında, uzun boylu, zayıf ve inceydi. Müşfik; son derece sevimli bir yüzü vardı. Çok ibadet eder, şaşılacak kadar az konuşurdu; daima sessiz, durgun bir hüzün içindeydi. Aklımda kocaman gözlerinin güzelliği ile beraber bütün şemâili aynen kalmış. Niçin hafızamda bu kadar yer ettiğini doğrusu ben de bilemiyorum...

 

Işıklı, sıcak bir günün ikindi sonrası hayata gözlerini kapadı. Güneşin kuvvetli huzmelerinin, pencereden yatağın üzerine sızdığını hatırlıyorum. Bu ışık seli güngörmüş ihtiyarı nura gark ediyordu sanki. Bütün sıkıntılarına rağmen kendini toparlayarak, Kelime-i şehadet söyleye söyleye vefat etti. Can çekişmesi uzun sürmedi. Son anlarına kadar yanına gelenleri tanıyor, helâlleşirken gülüyordu. Öyle fazla acı çektiğini gören olmadı. Herkes öleceğini bilerek yardımda bulunmak istiyor, Yasîn-i şerif okuyordu. O ise ara sıra hırıltılı bir şekilde soluyordu. Göğsü havasız kalmış gibi şiddetle kabarıp iniyordu.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.