Odaya girdiğimde Yılmaz öğretmenimi gördüm...

A -
A +
Nineciğimin ismini duyunca toparlandım. “Ragıp, evladım! Bakkaldan bir paket çay, bir kilo da şeker al gel. Oyalanma, misafirimiz var…” dedi.
 

Efraim Dayı, güllü dallı eteklerini savurarak yanımızdan geçen komşunun küçük kızına; “Babana selâm söyle Gülpaşa...” dedi, konuşmadan onun da kimin kızı olduğunu ve adını bildi.

 

Köy yerinde umumiyetle sokaklar boş sayılırdı. Biraz sonra mahallenin hırçın köpeği kuyruğunu sallayarak geçti. Oradan oraya kaçışan kedileri, tepemizde cıvıldaşarak uçuşan serçeleri de saymasaydık ıssız sayılırdı. Bu arada bir ayak sesi daha duydum. Ben bir şey demeden o kolumdan çekiştirdi: “Bak Hüsna Nene geliyor.”

 

Nineciğimin ismini duyunca toparlandım. “Ragıp, evladım! Bakkaldan bir paket çay, bir kilo da şeker al gel. Oyalanma, misafirimiz var…” dedi, tekrar geldiği yollardan evimize döndü.

 

Nam-ı diğer Efo Dayı ile epey şakalaştık. Benim sıkıntılarımı alıyor, hayata bağlanmama vesile oluyordu. O hâliyle öyle bir hamd ve şükredişi vardı ki kendimden utanıyordum. İçinde bulunduğum nimetlerin kadir kıymetini bilememekten dolayı nankör olmaktan korkuyor, öyle Efraim Dayı gibi hâlimden memnun olamadığıma hayıflanıyordum.

 

Odaya girdiğimde Yılmaz öğretmeni gördüm “Hoş geldiniz” dedim. İlkokuldan sonra okumamı çok istiyordu. Kayıt yaptırdığımı ve yakında kazamız İd’e gideceğimi duyunca da babama teşekkür etmeye gelmiş.

 

 

 

Köylü kente uyar mı?

 

Seslerimi duyar mı?

 

Gidip de dönmemek var,

 

Eller beni yuyar mı?

 

          ***

 

Artık mektebime başlamıştım...

 

Haftalar, aylar ne çabuk geçti anlayamadım. Kış, bütün zorluklarıyla gelip kapımıza dayandı. Çoğuna göre kış, büyük ve uzun bir uykunun adıydı. Sadece tabiat değil, insanoğlu da onunla birlikte buna hazırlardı kendini. İlkbaharın huzur dolu neşesi, yazın bitmek nedir bilmeyen enerjisi ve sonbaharın bolluk ve bereketi yanında hüznünün ardından kış, bir teselli gibi geliverir sanat ve edebiyat dünyamıza ilham verirdi. O geldiğinde herkes kendi dünyasının renkli penceresinden bakar, şairlere şiir, ressamlara manzara, edebiyatçılara tasvir mevzusu olurdu kış... Bedeni dinlendirmenin, ruhu uykuya yatırmanın en mühim vaktiydi. Diğer bir ifadeyle uyumanın ve unutmanın vakti… Biz Erzurumlu çocuklara ise bitmez, tükenmez soğuk, akılları baştan alan, gözleri kör eden, uçsuz bucaksız bir beyazlıktı kış...

 

Kurşuni bulutlar altında koşarak gelmiştik kulübe mahiyetindeki mekânımıza. Yavaş yürümek demek, soğukta donmak demekti. Yaşlısından gencine herkes koşardı.

 

Korkunç bir fırtına odanın bir köşesinden hücum ediyor ve camların arasından ıslık çalarak içeri doluyordu. İd’in çoğu tek katlı evleri, bahçeleri ve görünen her şey karla örtülüydü ve bu beyaz ve soğuk yorgan giderek büyüyordu. Bir an olsun durmak nedir bilmiyordu. Karşı konulamaz kuvvetli bir ordunun hücumları gibi penceremizi ve iki çocuğu korumaya çalışan eğreti odamızı titretiyordu.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.