Sultan’ımın üzgün hâli; kalbinden başladığı yolla, benim utangaç gözlerimde nihayet buldu... Hem yürüdük hem hasbihâl ettik.
Sultan’ım aniden oturduğu yerden kalktı ve eliyle gelmemi işaret etti. “Biliyorsun, kulüben şirin ama biraz tozlu… Fazla muhafazası olmadığından rüzgâr estiğinde önüne kattığı ne varsa içeri tıkmış...” dedi. Benim sessiz kalmamla o konuşmasına devam etti. “Elimde olmadan öksürüyorum! Hasta ediyor bu kadar çok toz, hem de çok. Öyle değil mi ya Behlül?” Benden istediği bir cevabın gelmeyeceğini, zaten öyle bir şey de beklemediğini biliyordum. İlk defa Sultan’ıma “Gitme…” diyemedim. Yarı açık kapıya doğru yürüdü, çıktı. Ben de peşi sıra onu takip ettim. Rüzgârın da tesiriyle kapı çarpılarak kapandı. Sultan’ımın üzgün hâli; kalbinden başladığı yolla, benim utangaç gözlerimde nihayet buldu. Ayaküstü hem yürüdük hem de hasbihâl ettik.
- Selâm bile vermedin, hiç hâl hatır sormadın! Niçin geldiğimi merak etmedin mi?
- Ne haddime Efendim!
- Dün bizim pazara uğramışsın.
- Evet.
- Ne yaptın ki herkes seni konuşuyor?
- Tövbe! Tövbe!
- Çekinme anlat!
- Sultanım! Köylülerden garip biri, satmak için pazara buğday getirmişti. Akşam olmuş, pazar toplanmaya başlamıştı. Herkes malını satıp savmış, köyüne, evine dönüyordu. Bu adamın malına müşteri çıkmadığı gibi çıkanlar da burun kıvırıyor, geçiyordu. Bazı talep edenlerle de pazarlıkta uyuşamadılar. Bunlar hep yakınımda cereyan ediyordu. Adam koca çuvalı geri götürmenin sıkıntısıyla ağlamaklı hâle geldi. Acıdım, dayanamadım.
- Eeee!
- O malını satamayana iyice yaklaştım "Ne o evlat, elinde mi kaldı? Acele et! Bak pazar toplanıyor. Birazdan kimsecikler kalmaz...” dedim.
Adamcağız boynunu büktü, yaralı kalbim daha bir meyus oldu: “Müşteri çıkmadı!” deyince kalbime gelen şeyi söyledim. Onun cevap vermesini beklemeden de yerden avuç avuç kum alıp buğdaya karıştırmaya başladım ve: “Merak etme, şimdi müşteri çıkar evlat!” deyince adam şaşırdı. Tam bu hareketime itiraza yeltenecekti ki; hemen yanı başında beliren müşteri “Buğdayı bana sat…” deyip malına talip oldu. Ne istediyse de onu verdi. Tebessümle pazardan ayrılmak üzereyken baktım arkadan biri gelip elime yapıştı: “Bu ne hâldir Efendi hazretleri?” deyince gayr-i ihtiyari; "Sus! Sesini çıkarma! Fazla da ileri gitme! Para, layık olduğu mala gider” dedim, uzaklaşmaya çalıştım.
- Kim bilir ne duâlar almışsındır Behlül?
- Mutlaka duâ etmiştir lakin benim derdim o adamın huzur ve saadetiydi.
- Sen onun huzur ve saadetini düşündün onun Rabbi de sana bol bol duâlarla karşılık gönderdi. Bu dünyada kim neyi ne niyetle yaparsa yapsın mutlaka ahirette karşılığı var Behlül! Keyfim için mi bu vakitte bir yalnız dervişin kulübesine gelip dertleştiğimi sanıyorsun. Ahiret derdi olan, ayaklarını kolay kolay uzatıp da gerine gerine yatamaz, yatsa da gözlerine uyku girmez, yeter ki vücudu dayanabilsin.
Ne kadar zaman geçti? Cevabını ne o biliyordu ne de ben. En nihayetinde Sultan’ım “Gözlerime hükmüm geçmiyor Behlül! Müsaadenizle yol ver de gideyim…” dedi, ayrıldık. DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...