"Sen hiç medrese hayatından bahsetmiyorsun Behlül?..”

A -
A +

"Benim hatıralarım bitmez Sultan’ım! Kolay değil, koca bir ömür, nice acı tatlı senelerin izleri hafızamdan silinmiyor..."

 

 

Niyet bozuk olana, günahlar şirin gelir,

 

Niyet düzgün olansa, günahı zehir bilir.

 

Eden kendine eder, iyi adam sevilir!

 

  Sakın soğuk su katma, hiç kimsenin aşına!

 

  Hayır dile komşuna, hayır gelsin başına!

 

 

 

Çok öfkelenen kişi, ahmak nefsine uyar,

 

İstediğini söyler, istenmeyeni duyar.

 

Çaresiz kalınca da dolaşır diyar diyar!

 

  Dikkatli ol sen bakma, hiç kimsenin kaşına!

 

  Kibar davran komşuna, aynen gelsin başına!

 

 

 

Doğruluktan ayrılan, belâyı bulur azan,

 

Elbet kendisi düşer, el için kuyu kazan.

 

Hizmet eden sevilir, sevilir destan yazan!

 

  Kurbanım ben vatanın, toprağına taşına!

 

  Huzur dile komşuna, huzur gelsin başına!

 

 

 

Cam sarayda oturan, rastgele taş atamaz,

 

Dünyayı fâni bilen, gailesiz yatamaz.

 

İslam yurdunda kimse, hınzır eti satamaz!

 

  Ecel vaktinde gelir, bakmaz gözün yaşına!

 

  Sabır dile komşuna, sabır gelsin başına!

 

 

 

Âhirete giderken, ihlâslı amel taşı!

 

İbret al karıncadan, yazdan karşılar kışı.

 

Herkes yaşayacaktır, dünyaya son bakışı!

 

  HOCA deyip güvenme, nefsinle savaşına!

 

  Zarar verme komşuna, hazar gelsin başına!

 

               ***

ATEŞPEREST RAHİP... ZULMETTEN NURA

"Benim hatıralarım bitmez Sultan’ım! Kolay değil, koca bir ömür, nice acı tatlı senelerin izleri hafızamdan silinmiyor. İstersen burada noktayı koyalım...” dediysem de söz dinletemedim. “Hadi anlat! Medrese hayatından hiç bahsetmiyorsun...” deyince. "Emir edepten üstündür...” dedim, başladım ilk aklıma geleni anlatmaya:

 

Yeni kaydolmuştum, sert kayaların peynir misali, saç örgüsü gibi yontulup yapıldığı taş binaya. On gün mü, yoksa on beş mi? Doğrusu ne kadar zaman geçmişti tam emin değilim ama medreseye ısınmaya çalıştığım haftalardı. Uzak diyarlardan, benden birkaç yaş daha büyük bir genç geldi. Okumaya hevesli, çalışkan biri olduğu aşikârdı. Ben de kendimi bildim bileli öyleydim. Belli ki onunla yarışacaktım bu mevzularda. Daha ilk günlerde "Temizlik yapıyorum…” diye her şeyin yerini değiştirdi. Fellik fellik arardım kitaplarımı sonra. Hatta bir seferinde itinayla yazdığım bir kâğıdımı kaybetti. Üstüne ismimi yazmıştım. Tek sayfa olduğu için eksikliğini kolayca hissettim. Çok fena didişmiştik. “Nereye koyduysan çıkar!” diye kollarını bacaklarını ısırmıştım. Kuvvetim yetmediği için her yolu deniyordum. “Çaldın di mi? Çaldın!” medresedekiler zor ayırmıştı. O, her dışarı çıktıktan sonra bütün sayfalarımı tek tek sayar olmuştum...

 

Bir gün pencereye çıkmıştı, daha aydınlık diye. Çok yüksekmiş, düşermiş, hiç umursamazdı; okuyacak kitabını aldı mı kendinden geçerdi. Davudî bir sesi vardı; gür, kalınca... Ben, rahlenin başında ders çalışıyordum. Aslında pencereye çıkınca o, hiç dönüp de bakmazdım, daha doğrusu bakamazdım! Ödüm patlardı düşecek diye ama gözüm kaydı o sefer… Dışarıdan rüzgâr püfür püfür vurdukça onun hâkî renk cübbesi hafiften dalgalanıyordu. DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.