Ne kadar durakladım tahmin edemesem de beklenmedik tok ve dolgun bir “Tak!” sesi yankılandı kulaklarımda. Ne olabileceğini tahmin edemedim.
Elbiselerim ter karışımı toprakla bulanmıştı. Sanki rüzgâr esmemeye yemin etmiş, bizlere hepten küsmüştü. Ne bir dal ne bir yaprak kımıldıyordu. Böyle havalarda yürümeye takatim yetmiyordu. Yetmiyordu da Behlül hiç boş durur muydu? Hesapta olmayan yerlere gider, ya birinin müşkülünü halleder, ya da birilerinin derdine derman olurdum kısa aklımca. “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır…” hadîs-i şerifini hiç unutmazdım. Niyetimi düzeltmiştim. Darda, yolda kalan birilerine yardım niyetiyle yürüyordum. Sıcak fazla gelmişti ki dayanamadım; üç beş adım sonra nalınlarımı da çıkarıp elime aldım. Ayaklarım çıplak; toprağın taşa, taşın kayaya, kayaların kurumuş ne olduğu belli olmayan samanlara karıştığı eğri büğrü sıcacık zeminde kâh tökezleyerek kâh seke seke, sessizce epey yol aldım. Kimseciklere belli etmesem de dalgın hâlim gözlerden kaçmıyordu. Diyeceksiniz ki “Siz zaten hep öylesiniz… Ne vakit uyanık oldunuz ki?” Bu söze ne diyeyim? Tek kelimeyle haklısınız. Elan doğrudur, hepten öyleyim. İnsanoğlu demek bir bakıma noksanoğlu demek olduğunu defalarca söylerdim. Her istediğimde, her arzumu hamur gibi istediğim yere, istediğim kıvama getiremiyordum ki...
Zar zor olsa da epey yürüdükten sonra, içimden durmak geldi. Yanı başımda benimle akan suyun kenarına çöküverdim. Üstünkörü sağıma, soluma şöyle bir bakındım, cübbemin eteklerini topladım; ayaklarımı şırıl şırıl, oldukça yumuşacık akan Dicle’nin serinliğine daldırdım. Tatlı bir “oh” çektim. Elimde olmadan sevimli bir tebessüm yayılıverdi dudaklarımda. Gözlerimde muzır parlak bir ışıltı hissediyordum… Neler gelmiyordu aklıma, neler geçirmiyordum ki kafamdan… Bir müddet daha çok şeyler hatırlamak için öyle eskilere daldım. Ne kadar durakladım tahmin edemesem de beklenmedik tok ve dolgun bir “Tak!” sesi yankılandı kulaklarımda. Ne olabileceğini tahmin edemedim. Ne bileyim, uzun zaman sonra yakalayabildiğim huzurumun elimden çıkıp gitmesini, keyfimin hepten bozulmasını istemiyordum.
Bana doğru süratle yaklaşan felaketin ilk habercisiydi aslında bu ses. İlkin fark edemedim ne olduğunu. Üzerinden çok az bir zaman geçti, benzer bir ses bu defa daha kuvvetli, daha yakından ve çatırdayarak tekrarlanınca işin ciddiyetini anladım. Gayr-i ihtiyari gözlerim büyüdü, kulaklarım dikiliverdi hepten. Başımı çevirdim sesin geldiği tarafa: Hemen arkamda yükselen yamaçtaki bodur çalılıkların içine, gökyüzünden bir cismin düştüğünü gördüm göz ucuyla. Şekilsiz ne olduğuna mânâ veremediğim bir karartıydı. Sık ağaçların dibine, çalı dallarını çatır çutur kırarak inmişti. Neye uğradığımı anlayamamıştım. O korkuyla, ellerimi dizlerime bastırarak yerimden fırladım. Birkaç adım ötemde paldır küldür yuvarlanmaya başlayan şeye, nefesi tutulmuş, gözleri kocaman açılmış hâlde, taşlaşmış bir vaziyette bakıyordum. Evet yanlış görmüyordum, bu paldır küldür düşen bir insandı! Çalı çırpıya karışan bedeni, savrulmuş bir bez bebek kadar cansızdı.
DEVAMI YARIN