Tam kalkmaya hazırlanıyordum ki Sultan’ımız içeri girdi...

A -
A +

Bir gün huzuruna çıkmak için saraya gitmiştim. Dediler ki “Sultan’ımız davette, birazdan gelir. Seni bekleteceğiz maalesef…”

 

 

 

Onların hasım olduğunu görmek, içten içe üzerdi beni. Aralarını yapmaya çok çalıştım ama olmadı. Vakti ve zamanı vardı mutlaka. Dışarıda milletin el pençe divan olduğu kalfa, bir garip talebe parçasının önünde suspus! Velev ki dersleri çabuk yapmış olmasın, onun için o kadar hassas bir mevzu olmasına rağmen kapı dışarı edememişti.

 

- Evet… Oldukça manidar! Unutmamakta haklısın Behlül.

 

- Sultan’ım! Herkesin böyle hatıraları çoktur. Emir buyurduğunuz için anlattım.

 

- Yok yok fena da olmadı. Ben de eski medrese günlerime gittim geldim.

 

Sultan'ım, her ne kadar mütevâzı görünse de hâkim kuvvetini, aba altından sopa gösteren hükümran bir ifadeyle, birazını belli eden ve çoğunu da saklayan soğuk bir tebessüm şekline bürümüş ve bunu getirip dudak kıvrımlarının yanına iliştirivermişti. Oysa NEFİS zaafı o kadar açık görünüyordu ki… Yırtıcı vahşi bir hayvanın yanında bile lafı edilemeyecek kadar basit bir kas veya makam kuvvetini, zayıf ve müdafaasız birileri karşısında bir üstünlük sebebi sayacak kadar seviyesi düşük ve basit biri olmak istemiyor, onun mücadelesini veriyordu. Ben de bunun şahidiydim. Onun için de durmadan hırpalıyor, nefsini paramparça ediyordum...

 

Bir gün huzuruna çıkmak için saraya gitmiştim. Dediler ki “Sultan’ımız davette, birazdan gelir. Seni bekleteceğiz maalesef…” Her ne kadar da müsaade isteyip “Sonra gelirim…” dediysem de bırakmadılar. Sofaya aldılar karnımı doyurdular. “Elhamdülillah” deyip kalkmaya hazırlanıyordum ki Sultan’ımız içeri girdi. Girer girmez de “Behûl’e verdiklerinizden bana da getirin…” dedi. Bu hâli dikkatimi çekmişti.

 

- Hayrola Sultan’ım siz davetten gelmiyor musunuz?

 

- Evet.

 

- Nasıl davet ki bir sultanı bile doyuramamışlar?

 

- Ev sahibi nefis yemekler yapmıştı. Kalabalıktı davet. Beylerim paşalarım da vardı. “Halife Harun Reşid çok yiyor…” demesinler diye karnımı tam doyurmadan kalktım sofradan Behlül.

 

- Sultan’ım, siz önce namazınızı iade edin sonra yemek yersiniz?

 

- Bu ne biçim söz? Niçin namazımı iade edecekmişim Behlül?

 

- Niçin olacak Sultan'ım? “Ne derler?” diye korkup az yediğinize göre namazı da itinayla ve şartlarını tam yerine getirerek; "İyi namaz kılıyor…” DESİNLER diye "Allah rızası" için değil de oradakilerin söyleyeceklerine, beklentilerine göre kılmışsındır da ondan iade ediniz diyorum.

 

- Behlül!

 

- Kızmayın Sultan’ım! Bir iş ya Allah rızası için yapılır, ya da yapılmaz!

 

- !!!

 

- Hazret-i Musa aleyhisselâm zamanında yaşanmış iki hadise var. İsterseniz anlatayım.

 

- Dinliyorum.

 

- Birincisi şöyle Efendim: Musa aleyhisselâmın ümmetinden bir genç varmış; Zamanın peygamberini çok seviyor, dediklerini tasdik edip beğeniyor ama nefsine yenik düşüp yapamıyormuş. Yapamıyormuş ama çok da üzülüyormuş. Her akşam evine gidip annesine: “Ah! Anacığım ah! Musa aleyhisselâm çok güzel söylüyor, çok da doğru şeylerden bahsediyor lakin ben adam olamam… olamam!” diyor, kahırlanıyormuş. DEVAMI YARIN

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.