Babacığım, kulübe misali hanemize vardığında üşümüş olmalı ki; ellerini üfleyerek ısıtmaya çalışıyordu.
Sınıf öğretmenimin sorduğu suallere cevap yetiştirirken, yan odada annemin telaşlanmasından babamın geldiğini anlamıştım. Hemen avluya koştum. Maksadım; hocamla fazla baş başa kalıp elleri önde nefes almadan durmaktan ve sorduğu, aklımın o an için almayacağı suallerine muhatap olmaktan kurtulmaktı.
Babacığım, kulübe misali hanemize vardığında üşümüş olmalı ki; ellerini üfleyerek ısıtmaya çalışıyordu. “Bu gece kar yağmazsa şaşarım… Aha sabaha görürüz…” Avludan içeri girmeden önce cızlavet lastiklerini kuvvetlice yere vurdu, sağına soluna bulaşmış çamur, toprak kalıntılarını temizledi. Tam o esnada kapı önündeki farklı ayakkabıları görüp dikkat kesildi:
- Misafir mi var?
- Ali Rıza öğretmenim geldi.
- Başka?
- Yenge de…
- Hayırdır inşaallah!
- Doğum tarihimi bilmediğim için…
- Fe sübhanallah!
“Bu devlet memurları da bir âlem" diye söylenerek içeri girdi. Hocamı muhabbetle karşıladı, kucakladı. Bana döndü:
- Tez anana söyle, kuymak yapsın, çay demlesin. Hadi çabuk!
- Çay tamam da hocam kuymak-muymak istemem! Önce şu meseleyi bir çözelim!
- Ne meselesi?
- Ne olacak; çocukların hiçbirinin nüfus cüzdanı yok, kendileri de doğum günlerini, aylarını senelerini bilmiyorlar… Hocam hangi devirde yaşıyoruz?
- Hele bir çay içelim muallim bey…
- Yok, dünyada olmaz… Benim evimde çay yok mu?
- Daha âlâsı vardır muallim bey!
- O zaman anlat…
- !!!
Kış günü ayaz olur,
Bahar geçer yaz olur,
Her zaman, her devirde,
İyi insan az olur.
***
Babamın el işaretiyle odayı terk edip annemlerin yanına gittim. Bir şeyler ters gidiyordu ve çok şeyler noksandı fakat bunun ne olduğunu bilemiyordum. Hani evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden unutkan biri gibi kararsız ve üzüntülüydüm. Çocuk aklı olsa da; “basit bir şeyde bile doğru olanını bilemiyoruz” düşüncesindeydim.
Geç saatlere kadar oturuldu. Ben, annemin verdiklerini içeri taşıdım, boşalan kapları geri getirdim. Gözüm, kulağım konuşulanlarda olsa da tam anlayamıyordum. O kadar lafın arasında aklımda kalanlardan biri: “Muallim bey; biz şehirlilerin hor bakmasından bıktık, usandık… Onların habis yüzünü görmemek için hiçbir tarafa çıktığım yok! İd’e de Erzurum’a da mecbur kalmasam inmiyorum. Bu yüzden de çocukları kaydettirmedim…”
Babam muallimi uğurlayıp içeri girince, dudaklarından gayr-i ihtiyari; “Millet fakr-u zaruret içinde; hayatta ve ayakta kalma telaşında, sen ne peşindesin be kardeşim?” kelimeleri dökülüyordu.
Bir ara anacığıma döndü:
“Hasan Baba hazretlerinin sözü aklıma geldi. Çeşitli vesilelerle sık sık söylerdi.”
“Ne söylerdi?”
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...