Uzaktan, çocuk bağrışmaları köpek havlamaları işitiliyordu

A -
A +

Annemim babamın nasıl karşılayacaklarını düşünüyor, çok üzülüyordum. Arkadaşlarımın elbiselerini paylaşarak, Şekerli'ye vardık.

 

 

 

Arada bir köy var, uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Bahar havası olsa da don-gömlekle ortada kalmış bir çocuk için hiç de kolay değildi...

 

"Köylerden geçerken insanlar bu hâlime ne diyecektiler acaba?"

 

Annemim babamın nasıl karşılayacaklarını düşünüyor, çok üzülüyordum. Çaresiz arkadaşlarımın elbiselerini paylaşarak en yakın köy Şekerli'ye vardık. Orada lastik ayakkabı, giyecek bir şeyler de ayarlandı. Utana-sıkıla babamın yeni imâm olduğu Sütpınar'a yöneldik. Buraya ilk defa gidiyordum.

 

Vakit de hayli geçti. Gökte tek tük yıldızların göründüğü akşam alaca karanlığı başladı... Uzaktan çocuk bağrışmaları, köpek havlamaları işitiliyor...

 

Onlarca bacadan tütmekte olan ılık, nemli dumanlar döne döne lacivert göğe yükseliyor, yavaş yavaş eriyip sonra da hepten kayboluyordu. Söğüt ve kavak ağaçları, evlerine giden insanlar, otlatılmaktan gelen hayvanlar, tek renk gölge gibi görünüyordu. Köye yaklaştıkça konuşmalar daha net duyuluyordu.

 

“Abdullah Dadaş! Ola Abdullah Dadaş! Sizin atlar tayaya girdi! Ola bacadan düşecekler!”

 

“Ola ele neye fenikirsin ki! Git çıkart!”

 

Tarifsiz hisler, duygular içindeydim.

 

Hızla mahmuzlanan rahvan at misali; birlikte geldiğimiz arkadaşlar kaşla göz arasında evlerine dağıldı. Yalnız arkadaşım Celal, evi köyün girişinde olmasına rağmen beni tâ imâm evine kadar getirip eliyle teslim etmeden dönmedi. Sonra annemin; “gel hele bir çay iç” demesine aldırmadan o da koşarak uzaklaştı evine gitti.

 

Neden sonra annem perişanlığımı görünce;

 

"Bu ne hâl evladım, sana ne oldu?" diyerek fena hâlde üzüldü. Ninem ise tek bir şey sordu:

 

“O başındaki nerede?”

 

Benim şaşkın hâlimi ve boş gözlerle baktığımı görünce de yanıma geldi, fısıldayarak;

 

"Aah! Ragıp'ım ah! Ben rüyamı görmüştüm. Biliyordum, biraz canın acısa da er-geç o Urus işinden kurtaracaktın, elhamdülillah!" diye şükürler ediyor, bir taraftan bana sarılıyordu…

 

 

 

Gazaya katıldık bir nice zaman,

 

Sayısız mâniyi aşarak geldik.

 

Kan verilen toprak, edildi vatan,

 

Dağlarda çağladık, taşarak geldik.

 

 

 

Verirken kurbanlar, yılmadık asla,

 

Kanların içinde, yüzerek geldik.

 

Hakikati bulduk, çetin savaşla,

 

İnancı mermere yazarak geldik.

 

 

 

Beş deniz, üç kıta, eyledik sefer,

 

Zulmeti kabında boğarak geldik.

 

Rahmet bulutuna el etti çöller,

 

Göklerden gürledik yağarak geldik.

 

                    ***

 

     YATILI MEKTEP İMTİHANI

 

Şirin kazamız Narman'ın dağ köylerinden Koçkans'ın, kartal yuvası yalçın kayalıklarıyla yarışan yüksek tayaları ve onların etrafına bir sanat eseri gibi örülmüş tezek kalakları, sanki tarih öncesi çağlardan kalma antik bir orman gibi yükseliyordu. Salkım saçak söğüt ağaçlarının mor tülden gölgeleri çay yatağı boyunca düşüyor, sonbaharın tozlu rüzgârıyla yarışan sığırcık sürüleri, o tarladan bu tarlaya son başak kalıntılarını toplamak için konup konup kalkıyordu.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.