AB, Türkiye'ye 2004 dedi. Bu kararın açıklanddığı gün, kafalar karıştı. Medya da bürokratlar da hükümet de ilk ânda işin mahiyetini kavrayamadılar. Bir şaşkınlık yaşandı. Fakat bu şaşkınlık uzun sürmedi. Avrupa Birliği, bizim 2003 teklifimizi benimsemezken aynı zamanda 2005'i de reddediyor ve kendini de kayıt altına alıyordu. Ankara'nın dediği olmamıştı ama Paris ve Berlin'inki de olmamıştı. Kazançlıydık çünkü bir vaad ve taahhüt almıştık. Şu var ki kafaların karışmasında ilk anki açıklamanın eksik yapılmasının da payı var. Danimarka Başbakanı Rasmussen gönülsüz bir tavır içindeydi. Medya da siyaset de hükümet de dün konuşmaları netleştirdiler. Evet zafer kazanmamıştık. Zaten zafer peşinde de değildik. Esasında kendi toprağımızın derinliklerinde kaybettiklerimizi Kopenhag sokaklarında arıyorduk. Biz, "Denizli Kopenhag'dan daha büyük" derken aynı zamanda bu iki sembolün sahip olduğu medeniyetlere de atıfta bulunuyorduk. Onun için Tayyip Erdoğan, Kopenhag kriterlerini Ankara kriterlerine çevirmeden söz ediyor . Doğrusu da o. İyi, güzel, faydalı... her nerede, her ne var ise istifade edilebilir. Ona öz irfanımızda hikmet denir. Yitiktir... Bir tarih yaşadığımız önceki güne 4 olay damgasını vurdu. Şimdi dikkat ediniz lütfen. Birincisi. Malum AB meselesi. Kaç gündür yazıyoruz. Artık herkes de ne olup olmadığını ve ne yapılması gerektiğini bilmekte. İkincisi. Kıbrıs. O da herkesçe biliniyor. Kıbrıs'ta iyiye gidilmiyor. Açılan pankartlara, öfkeli kitleye dikkat ediniz. Bir de dün yazdıklarımızı bir tarafa kaydediniz. Üçüncüsü. Türkiye'ye tarih çıktığı gün Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılması. Ne yapmıştı AK Parrti lideri? Mustafa Kemal'in fikirlerinden istifade ettiği, inkılaplarını yaparken tesirinde kaldığı ünlü Türkçü ve sosyolog Ziya Gökalp'in hamasi bir şiirini okumuştu. Şimdi herkes pişman. Alenen özür dilenmese de haksızlık kabul edilmekte. Yiğit düştüğü yerden kalkar. Erdoğan'ın yere düştüğü Siirt'ten ayağa kalması için pişman olanlar ellerinden geleni yapıyorlar. Bu aynı zamanda "kuvvetli olan haklıdır" inancını da bir kere daha gündeme taşıyor. Dördüncüsü.... Erdoğan'ın AB gününde siyasi hürriyetine kavuşması bir gaspedilen bir hakkın iadesidir. Bu iyi. Fakat bir de kötü var. Aynı tarihte bir de kötü manzara yaşadık. Fadıl Akgündüz, aynı gün kelepçeyle hakim önüne çıkartıldı. Akgündüz'ü tanımayız. "İmza" isimli otomobilinin kokteylinde bir kere el sıkışmışlığımız var o kadar. Ancak az tanımamız doğruyu ifadeye engel değil. Bu sanık, yakın tarihe kadar isim sahibi bir işverendi. Dediğine göre halen de öyle. Onu bir tarafa bırakınız, oraya TBMM'den geldi. Dolayısıyla isim sahibi bir iş adamı ve eski bir parlamenter. Polisin elinden kaçma ihtimali var mı? Yok. O halde hükümet, Kopenhag'da ter döker, sivil toplum kuruluşları kıvranırken polisin bu işgüzarlığı neden? Kime nisbet yapılıyor? Ne yapılmak isteniyor? Fadıl Akgündüz dolandırıcıdır. Olabilir. Olmayabilir de. Ortada şikâyetçiler var. Mahkeme de var. Müdafaa da var. Hakimler tarafları dinleyecek ve hükmü verecekler. Bir sanığın adliyeye kelepçeyle getirilmesi ile hakimin kanaati mi değişecek? Hayır. Aynı muameleyi yakın zamanda başka iş adamlarına da yaptılar. Hepsi beraat etti. AB gününde bir ayıptan kurtulurken bir başka ayıbı hemen devreye sokuyoruz. Kelepçe, dayak, hakaret, işkence devlet dairesinden vatandaşın ürkmesi... Emekli kuyrukları.. Hastane köşeleri. Hapishanelerin vaziyeti. Enflasyon. Dibe vurmuş fukaralık... Yargısız infazlar, rüşvetler, soygunlar, medyatik linçler. İşte bunun için AB'yi istiyoruz. Hâlâ anlaşılamıyorsa biz ne yapalım.