Yurdumuzda 2-8 Kasım arası “Lösemili Çocuklar Haftası”dır. Maksat, lösemi; kan kanserine yakalanmış çocuklara dikkati çekmek, sağlıkları için çalışmak ve bu çocukların yüreği yaralı ailelerini yalnız bırakmamaktır.
Bu hizmette LÖSEV -Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı, önde görünmektedir. Zikrettiğimiz derde dair rakam, inanılır gibi değil ama gerçektir. Türkiye’de lösemili çocuklarımızın sayısı 95 bindir. Kanser hastası çocukların üçte birini lösemililer teşkil ediyor.
2-8 Kasım Lösemili Çocuklar Haftası olduğu gibi 20 Kasım da Dünya Çocuk Hakları Günü’dür. Dünya Çocuk Hakları Günü, BM-Birleşmiş Milletler’de 20 Kasım 1989’da kabul edildi. 193 üye devlet tarafından imzalanmakla her devlet, bu mukavelenin öngördüğü mükellefiyetleri kabul etmiştir.
O mükellefiyetler çocuğun, beslenme, vücut bütünlüğü, aile hakkı, şiddete maruz kalmaması, ayrımcılık, renk ve ırki ötekileştirmeden uzak tutulması, ruh, mâneviyat ve beden sağlığıyla ahlâklı bir insan olarak yetişmesi için gerekli tedbirlerin alınması, istismarın her çeşidine karşı korunması ve hürriyetine riayet edilmesi gibi birçok değerli husustur.
Diğer yandan BM’nin bir de UNICEF adıyla Çocuklara Yardım Fonu vardır.
Bunlar iyi niyetle, duyan vicdanlarla ortaya konmuş hayrlı gün ve haftalardır. Şu var ki gerek Lösemili Çocuklar Haftasının ve gerekse Çocuk Hakları Günü’nün olması gereken çap ve ağırlıkta alaka ve destek gördüğünü hele hele Çocuk Hakları’nın korunduğunu söylemek kolay değildir.
Bugün; içinde bulunduğumuz şu 21. Asırda, dünya nüfusunun 8 milyarı bulduğu, kuru diploma sahibi üniversite mezunlarının hiçbir devirde ulaşılmayan sayılara vardığı bir zamanda mâsum yavrucaklar; çocuklar, dünyanın yaratılışından bu yana en kötü günleri yaşamaktadır.
Lösemili Çocuklar Haftasıyla ilgili görüş ve düşüncelerimizi bir yana ayırarak BM mührünü taşıyan 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nü yorumladığımızda ne yazık ki iç ferahlandıracak şeyler söylemek mümkün değildir:
7 Ekim 2023’ten bu yana bir yılı aşkın bir zamandır Siyonist-Evanjelistlerle onlara yardım eden devlet, şahıs ve kuvvetler, Filistin’de, Gazze’de çocuklara, çocukların gözleri önünde ana-babalarına bir canlıya yapılabilecek vahşetin en kötüsünü yapmaktalar. Şimdi o mazlumlara Lübnanlı, Suriyeli çocuklar da eklendi.
Yahudi ırkçısı Siyonistlerin Gazze ve mücavir alanında katlettiği toplam çocuk sayısının 25 binden az olduğu söylenemez. Bir bu kadar da yaralı, uzuv kaybına uğramışlar olduğu bellidir. Enkaz altında kalanlar tam bilinmediğinden kesin sayı vermek zor oluyor. Diğer taraftan Şarkî Türkistan’dan Afrika’ya, oradan Balkanlara kadar ilk dünya harbinden bugüne çocuklar, bir asırdır her türlü kötülüğün malzemesidir. Organ hırsızlığından suistimale kadar her şey olabilmektedir. Şimdilerde “Yenidoğan Çetesi” denilen bir sağlık suç örgütü de emsalsiz bir ahlâk çöküşü örneği olarak bunlara dâhil oldu.
20 Kasım 1989 tarihli Dünya Çocuk Hakları Günü sözleşmesine imza atmış olan 193 devlet, vaatlerine sâdık kalsalardı bugün çocuğa dair ayıp, utandıran ve kalbleri parçalayan olaylar yaşanmazdı. Demek oluyor ki kâğıt üzerinde yer alan tumturaklı cümle ve maddeler hayata geçmedikçe onların bir kıymeti yoktur.
Siyonist İsrail’in arlanmazlığına bakmalı ki Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesinde kendisinin de imzası olduğu hâlde görülmemiş bir gaddarlık ve vahşetle çocukları veya onlarla birlikte ailelerini yahut çocukların gözleri önünde aile büyüklerini öldürmektedir.
Bu mezalim, bu soykırım, elbette bir gün bitecek. Lakin, bilanço, insanlık için yüz kızartıcı; kötü olacaktır. O vakit en fazla çocuk ölen çağın bu çağ olduğu yazılacaktır. Ayrıca en fazla uzuv kaybına uğramış engelli çocuk da bu devirde görülecektir.
Şu yazdıklarımız da gösteriyor ki Güvenlik Konseyi’nin vesayeti altında olan BM, sözünü dinletemiyor. O hâlde bu BM, tasfiye edilerek insan haklarını da çocuk haklarını da koruyabilen tarafsız ve âdil bir BM kurulmalıdır.