12 Aralık gecesi halk, Kopenhag'a kilitlendi. Herkeste aynı merak vardı. "Alacaklar mı?" Aslında bu soruyu sorar durumda olmak hayıflanılacak bir netice. Ne kadar kötü ki şu veya bu sebepten aralarına kabul edilmiyorsunuz. Topyekun haksızlar denebilir mi? Zorla hizaya getiriliyorsunuz. Adaletten insan haklarına kadar onlarca konuya dair sorgulanıyor, kanunlar çıkartmak mecburiyetinde bırakılıyorsunuz. Onlar, iyi idiyse neden bugüne kadar beklendi? İşkence her zaman ve mekânda insanlık suçudur. Bunun için illa AB'yi beklemek mi gerekirdi? Bazıları çok ümitliydi. Bizse günler öncesinden neticeyi yazdık. Ama yılmamak gerektiğini de bilhassa ifade ettik. Bu bir pazarlık. Bir alış-veriş. Bir uzun yürüyüş. AB'ye girmek, her problemin halli manasına gelmeyeceği gibi girmemek de dünyanın sonu değil. Gök her yerde mavi. Siz yeter ki enflasyonu tek haneli rakama düşürünüz, milli geliri yükseltiniz, hukukunuzu insana yaraşır hale getiriniz, insana insanca davranınız. Hürriyetleri dünya standartlarına çıkartınız. O zaman sizinle bir arada yaşamak istenir. Kopenhag'dan Aralık 2004 kararı çıktı. Bunu elinin tersiyle itmek fevkalade yanlış olur.. Hükümetin hissi davranması mümkün değil. Kendilerini başarısızlık psikolojisine kaptırmasınlar. 1 yıl sonraya müzakere tarihi verilseydi aralık 2004'le ne fark ederdi? 1 yıl kadar zaman ve bir de muhatap devletin artması. Böyle bile olsa sağlıklı düşünmek ve yorulmamak lazım. Kaç devlet ilk andan kabul edildi. Kanunlar aksamadan çıkmalı. Uygulamalar dikkatli olmalı. Ve avantajlar görülmeli. Ne şaşılacak olaydır ki halkın Kopenhag'a kilitlendiği gece iki Türk takımı, Avrupa'da rakiplerini eleyip bir üst tura çıkıyorlardı. Avrupalıya şunu izah etmeli. Bir takım, Anadolu içlerinden çıkıp gidiyor Fransa'da şampiyon takımlarını eliyor. Peki Türkiye Avrupa'da değilse bu takımların oralarda işi ne? İki yıl önce de Avrupa şampiyonu olmuştuk. Şimdi de beşiktaş o bayrağı devralmış gidiyor. Türkiye, Avrupa tarafından sporda, magazinde Avrupalı sayılıyor, ilmi araştırmalarda, medyada da mesele yok. Ticaret, ekonomi ve siyasete sıra gelince engeller çıkıyor. Vaki olanda hayır var. Artık mecburen Kıbrıs da çözülüyor. Gerçeği olduğu gibi görelim. Bundan böyle Güney Kıbrıs AB'dedir, KKTC de Türkiye'de. Yalnız şu kaygımızı dile getirmeden edemeyeceğiz. KKTC'de Kıbrıs Türkleri, yarın Denktaş'ı Lefkoşa'ya sokmayabilir. Sınırı parçalamak için yeşil hatta saldırabilirler. Masaya oturmamak büyük hataydı. Konuşmakla ne kaybedilir? Ayrıca tam AB günü Rauf Denktaş'ın Ankara'da tedaviye alınması da zihinleri bulandırmıştır. Olmuş ve olacak her türlü menfiliğe rağmen yine de moraller bozulmasın. Mağlup olan Türkiye değil. Avrupa'nın haçlı zihniyetinden kurtulamamış üyeleri. Avrupa ılımlıları aslında onlarla bizim aramızda serseme döndüler. Neticede bir tarih var. Bir şeyin tamamı ele geçmezse tamamı da terk edilmez. Eğer bu kararlılıkla çalışmaya devam edersek 2004 müzakerelerin başlama tarihi olabilir. Hedefimiz de bu olmalı. Sıkı bir koşturmayla mesafeyi de kapatırız. Birliğe yeni 10 ülkenin daha katılması da mühim değil. Onlar da ikna edilebilir. Yeter ki iç istikrar ve güveni sarsmayalım. İçerde ne kadar kuvvetli olursak dışarıda o kadar itibarlı oluruz. Yolsuzluğun ve yoksulluğun belini kırarsak AB'nin de kapılarını açabiliriz.