Bize göre hâtıralar, insanın vatanıdır…
Bu sözümüz, Yahya Kemal’in Deniz Türküsü adlı şiirinin son mısrâı olan “İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar” tezinin şerhi kabul edilebilir.
Bir yerde insanın hâtıraları yoksa; o kimse, oralı değil, seyyahtır. Kişiyi o toprağa, o iklime bağlayan, yaşamış olduğu, arkada bıraktığı hâtıralarıdır. Ki onlar, bütünüyle pembe veya yeşil yahut mavi veya kara renkli değildir. Acısıyla tatlısıyla ömür harcamalarının bütünü hâtıraları meydana getirir.
Çok uzun tutacak bir listede yer alacak isimleri, kısaltmış olarak şöylece karışık şekilde sayarsak:
İstanbul’un, hemen her köşesinde-bucağında, meydanında, caddesinde , bahçesinde, deniz kenarında, Boğaziçi’nde, Boğazkesen Hisarında, Güzelce Hisar’da, Kızkulesi’nde, Galatakulesi’nde, Sultanahmed’de, Bâb-ı âli Caddesinde, Sahaflarda, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken 185 basamağını soluk soluğa tırmanarak çıktığım Beyazıd Yangın Kulesinde, kule seyirliğinde itfaiyecilerin ikram ettiği çayda, Ayasofya’da, Aynalıkavak Kasrı’nda, Topkapı Saray-ı Hümâyunu’nda, Fatih’te, Aksaray’da, Darüşşafaka Lisesinde, Yıldız Sarayı’nda, Hamidiye Câmiinde; Hukuk’ta okurken troleybüsle maceralı yolculuklar yaparak sabah 06.30’da gidip ders çalıştığım Yıldız Parkı’nda, Emirgân’da, Yeniköy’de, Eyüb Sultan’da, Hazreti Halid Efendimizin Türbesinde, Gümüssuyu’nda, İdris Tepesi’nde, Fatih Sultan Mehmed Han Türbesi’nde, Yavuz Sultan Selim Han Türbesinde, Üsküdar’da, Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri Türbesinde , Zeyrek’te Mehmed Emin Tokadî Hazretlerinde, Beyazıd Meydanında, Kapalı Çarşı’da, Yeşilköy’de, Florya’da, Vatan Caddesinde, Darüşşafaka Caddesinde, Karagümrük Çarşısında, Balat’ta, Çarşamba Pazarında, Büyük Postahane’de, I. Abdülhamid Han Türbesi’nde, Sultan Mahmud Türbesi’nde, Büyükada’da, Heybeli’de, eski hâli ve şimdiki haliyle Yassıada’da, Beykoz’da, Karakulak Suyu’nda, Maslak Kasrında, Ihlamur Kasrı’nda, Küçüksu Kasrı ve Beylerbeyi Sarayı’nda, İstiklal Caddesinde, ’80 başlarında ilk defa buraya câmi inşâ edilmesi teklifini yapıp 35 yıl boyunca ısrardan vazgeçmediğimiz Taksim Câmiinde, Harbiye Müzesinde, Sarıyer’de, Sadberk Hanım Müzesinde, Yerebatan Sarnıcında, Yeraltı Camiinde, Arab Câmiinde, Arabalı vapurlarda, Karaköy İskelesinde, Yedikule Zındanları’nda, Mahmudpaşa’da, alışveriş yerlerinde, tarihî lokantalarda, Teşvikiye’de, Nişantaşı’nda, İstanbul Radyosu’nda, resmî ve gayriresmî televizyonlarda, bozacıda, şekerlemecide, Bebek’te, Rızapaşa Yokuşunda, Tahtakale’de, Yanıksaraylar’da, Tayyareci Orhan Sokak’ta, Nuruosmaniye Caddesinde, İstanbul Adliyelerinde, gecesinde gündüzünde… ve onlarca değil, yüzlerce yanında yöresinde ve neredeyse her metrekaresinde hâtıralarım vardır…
Eksiği-fazlasıyla başkalarının da vardır.
Keza başka şehirlerde yaşayanların da şehirlerine dair hatıraları vardır.
Hâtıralar varsa yaşanan toprak vatan olur.
Doğum yerim Harput.
Vaktiyle 700 bin nüfusuyla eyalet merkezi iken sonra şehir, ardından daha alt idari birimlere gelip şimdi El Azîz’in bir mahallesi olmuş olan Harput’ta dünyaya gelmişim. Vücudum; 1052’den beri Müslüman Türk’ün malı ve o günden beri hiç düşman ayağı değmemiş Harput’ta dünyaya gelmiş.
Bu doğru.
Acaba şu da doğru mu?
“Ruhum İstanbul’da dünyaya gelmiş” diyebilir miyim?
İstanbul kalbime öylesine nakşolmuş ki birisi bana “nerelisin?” dediğinde kendimi sanki örselenmiş sanıyorum. Ailemle Harput’tan kara trenle Adana’ya göçerken dokuz yaşındaydım. On dokuz yaşımda Adana’dan İstanbul’a geldim. Ama mahcubiyetle de olsa şunu ifade edebilirim ki bendeniz, İstanbul’a yerleşmeden önce de İstanbulluydum. Bugün de öyledir; dedesi bile İstanbul’da doğup da İstanbullu olmayan olduğu gibi İstanbul’u hiç görmediği hâlde İstanbullu olanlar vardır…
İstanbullu olmak pahalı arabaya binmek, pahalı semtte oturmak, şöhretli lokantalarda yiyip-içmek, gösterişli kıyafetlerle dolaşmak… değildir. İstanbullu olmanın şartları vardır.
İstanbul, en iyi yaya gezilerek öğrenilir.
İstanbul’un her meydanı defter, her kulesi kalem, her köşe-bucağı kitabe gibidir.
Türkiye, bugün de ve elbette ve inşallah yarın da İslâm âleminin başı durumundadır. İstanbul da Türkiye’nin başıdır. İstanbul, cümle âlem-i İslâm’ın Payitahtıdır. Gazze’yi soykırım ve mezalimden kurtaracak kararın İstanbul’dan dünyaya ilân edilmesini bekleyebiliriz…
Şu görüşümüzü seçimlerde ekrandan paylaşmıştık:
-İstanbul’a belediye reisi seçilen birine hemen mazbata verilmemeli. O kişi, İstanbul Türkçesi, görgüsü, irfanı, tarihi, medeniyeti, İstanbul’a dair okuduklarıyla da imtihan edilip bu ikinci kademeyi geçtikten sonra Başkanlık koltuğuna oturabilmelidir?
Gelelim suallerin sualine:
-İstanbul, niçin güzel, niye farklı, neden bir aşk olup da insanın kalbine yerleşerek vatanlaşıyor?
Sevgili Peygamberimizin -sallallahü aleyhi ve sellem- yeryüzünde fethedilmesini işaret buyurdukları tek bir şehir vardır o da İstanbul’dur:
-Le tufte hannel Konstantiniyyetu fele ni’mel emîru emîruha; vele ni’mel ceyşu zalikel ceyş.
Askerlerin ikinci andı ne anlama geliyor.Hoşuma gitmedi. Saygılarımla
Çok güzel nev-i şahsına münhasır bir yazı olmuş muhterem Efendim. Kaleminize, kalbine kuvvet, ömrünüze bereket, ceddinize rahmet...