Daha evvel birkaç tane olan baraj sayısı DP-Demokrat Parti iktidarında çoğalmıştı. Buna rağmen 1960 başlarına geldiğimizde bile biz devrin çocukları, isli gaz(yağı) lambalarının ölgün ışığında ders çalışıyorduk. Evlerin üçte ikisinde vaziyet buydu. Tavanda elektrik, muslukta su, mutfakta fırın ve bulaşık makinası, banyoda çamaşır makinası, her evin önünde bir araba yoktu. Eskiye göre 10 yıllık müreffeh döneme rağmen vaziyet buydu. DP ve Başvekil Adnan Menderes gelmemiş olsaydı memleket Tek Parti Zihniyeti altında kim bilir hangi sefil manzaralarda devam ediyordu.
1970’lerde dahi sabit telefon, mahalledeki nadir evlerden birinde olur; o ev, utana sıkıla gelen komşulara mecburî ev sahipliği ve gönüllü telefon kulübesi hizmeti verirdi.
Görüşmeler normal, acele, yıldırım tarifeleri üzerinden yapılırdı. PTT’ye yazdırılan yıldırım istekleri bile bazen 24 saatte çıkmazdı. Evlere telefon bağlanması, müracaatın üzerine 15 sene gibi bir zaman geçmesiyle mümkün olabilirdi.
İstanbul’dan bir şark vilayetine doğru sefere çıkan yaşlı ve dertli kara tren, dura-kalka ancak 2 günde menziline varabilirdi. Ankara-Sivas, kapı komşu değildi. Çok şehir arasında yol vermesi için önünde diz çöküp ağıt yakılan dağlar vardı.
1980’e yaklaşırken de manzara farklı değildi. Meskenlerde, iş yerlerinde elektrik sık sık ve 6-7 saat gibi uzun aralıklarla kesilir, üretim dururdu. Bakanlar Kurulu’nun mum ışığında toplandığı gazetelerde haber olarak çıkardı.
1968’de TRT ile başlayan siyah-beyaz televizyon yayınının renklenmesi, Turgut Özal’ın 1983’te parti kurup Başbakan olmasından sonra olacaktı. Merhum Özal’ın icraatın başına gelmesiyle yeni bir devir açıldı. Renkli TV, isteyen adrese telefon bağlanması, kompüter, video, AVM ve yürüyen merdivenler, çocuk oyuncakları ve parklar ve daha birçok şey hayatımıza girmeye başladı. ANAP iktidarıyla devlet hayatındaki kırtasiyecilik azaldı. Vatandaş, hac ibadeti dâhil 3 yıl bekleme mecburiyetinde kalmadan dış seyahatlere çıkar oldu. Esnaf, bavul ticareti ve ihracatla tanıştı. Boğaziçi’ne Fatih Sultan Mehmed Köprüsü de yapıldı. İlk köprü için 1976/77’lerde Türkiye gazetesindeki sütunumuzda “Fatih Köprüsü” ismini teklif etmiştik. Teklifimiz maalesef gerçekleşmedi. Cenab-ı Hak bizi, farklı bir tarihte sevindirdi. 15 Temmuz gecesi yazdığımız onlarca ve onlarca tweetten biri de Boğaziçi Köprüsüne Şehîdler Köprüsü adının verilmesi teklifimiz olmuştu…
Turgut Özal, 20. Asır Türkiye’sinde yeni bir sayfaydı. Farklı anlayış ve görüşteki insanları aynı çatı altında toplayabildi. Bugünlerin başlangıcı mahiyetinde ilklere yeniliklere imza attı, zihinlerde ufuklar açtı. ABD Başkanı George Bush’a küçük ismiyle hitap etmesi, sonraki senelerde Barack Obama karşısında ayak ayak üstüne atan Erdoğan’ın bu tavrı, vatandaşta hangi kendine güven duygusunu uyandıracaksa onu meydana getirdi. TCG Anadolu’ya ziyaret rağbeti de bu hâlet-i ruhiyenin eseridir. Her devrin menfaatçileri vardır. Bunlar, iktidarları kemirirler. 1980/90’lardaki banker aldatmacaları talihsizlik olmuştu.
1990 başlarında bizim, ilk adımı atıp şartları zorlamamızla özel televizyonlar devrine geçildi.
1995’lerde cep, araç telefonlarıyla, çağrı cihazları ve derken internet hayatımıza dâhil oldu. O sıralarda ASELSAN telsizden başka kendi telefonumuzu yapma başarısını da gösterdi. Ne var ki yerli telefonumuz garip bir şekilde yok oldu. Vatandaş, kayıp telefonun da bir gün apansız çıkagelmesini bekliyor.
1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997 darbeleri ve elbette çıkarcılar olmasaydı bugün çok farklı ve daha ileri bir seviyede olurduk. Sn. Erdoğan liderliğindeki AK Parti, o farkı kapatmak için işe koyulunca cuntacı şımarık apoletliler e-Muhtıra verdiler, yakası süslü adalet kıyıcıları CB seçimini engelledi, Gezi üzerinden ülke çapında isyana kalkışıldı. 15 Temmuz 2016’da Türkiye, emperyalizmin maşası FETÖ örgütü tarafından başlatılan bir işgal ve darbe teşebbüsüne maruz kaldı.
Recep Tayyip Erdoğan ve samimi arkadaşları, adım başına yol kesmelerle karşılaşmasalardı TOGG, Uçak Gemimiz, çok daha önce yapılmış, Kızılelma uçmuş, terör yurt dışında da çökertilmiş, şimdilerde her gün biri açıklanan hamleler ile Karadeniz gazı, 10 yıl önce hizmete girmiş ve Akkuyu Nükleer Güç Santrali birçok benzeriyle birlikte ve çoktan hayat bulmuş olurdu.
Sn. Erdoğan da merhum Abdülhamid Han ve merhum Menderes’e benzer bir kaderi yaşadı. Bu devlet adamları, kimin elinden tutup bir yere getirdilerse onların çoğu, o elin sahibine kemlik gösterdiler, kendilerine çalıştılar veya nankörlük ettiler…
Camı isli, aynası puslu, fitili zor bulunur gaz(yağı) lambasından, yıkık ve yılgın eski Türkiye’den nükleer enerji, İmece uydusu, yerli imalat, tank, gemi, uçak, yeni bulunan gaz ve petrol kuyuları, Mavi Vatan, güçlü diplomasi ve dünyayı şaşırtan iftihar vesilesi nice hamlelerle Türkiye Yüzyılına geçmiş bulunuyoruz. “Büyük Türkiye” hedefini gösteren teklifimiz, Allah’a şükür ki gerçek olmuştur.
Eğer; 14 Mayıs 1950’de Beyaz İhtilâl, 3 Kasım 2002’de Anadolu İhtilali yaşanmasaydı, Türkiye bugün hâlâ eski Türkiye manzaralarında, yoksulluk içinde hayat mücadelesi veriyordu. Adnan Menderes’in seçildiği 14 Mayıs 1950, Turgut Özal’ın seçildiği 6 Kasım 1983 ve Recep Tayyip Erdoğan’ın seçildiği 3 Kasım 2002, tarihte sanayi inkılabını kaybederek zamanın gerisine düşen bu ülke insanının o kaybı telafi etme arayışlarıdır. Merhum Menderes ve Merhum Özal, iç ve dış kötülüklere rağmen üstlerine düşeni yaptılar. Sanayi İnkılabıyla doğan farkı kapatma ve bitirmenin başlangıcı 3 Kasım 2002 oldu. Bu 21 yılda yapılanları tarih, yarın hayret ve hayranlıkla kaydedecektir. Anadolu insanı uçakla seyahati bile bu dönemde tanıdı.
Bu yürüyüş; Ergenekon’dan bu ikinci çıkış, mutlaka ve şahlanarak devam etmelidir.
Teknoloji, Teknofest ve nükleer enerji çağını yakalamış bulunuyoruz.
14 Mayıs bir şükür imtihanıdır:
Ya kazanmaya devam edilecek veya kayıp geri düşülecektir.
Milletimiz vefâlı ve âriftir.
Bu toprakların evlâdı, hak ile bâtılı ayırt eder, aynı sandıkta parmağını ikinci kere sokturmaz.
14 Mayıs Zaferi’nden şüphemiz yoktur.
15 Mayıs bir başka başlangıç olacaktır…
15 Mayıs’tan sonra Allah’ın izniyle dünya çapında oyun kurucu olacağız.