İlk çocukluk hatıralarımızın arasında Kıbrıs mitingleri de vardır. Adana Cumhuriyet İlkokulu'nun ilk sınıflarındayız. O dönemlerde müdür değil de "başöğretmen" denirdi. Başöğretmenin emriyle öğretmenler, sınıfları Yeni İstasyon Meydanı'na topladılar. Şehri bir uçtan bir ucuna kat etmiştik. Gerçek öyle olmasa bile biz ilkokul çocuklarına öyle gelmişti. Meydana vardık ki bütün Adana okulları orada. İlk ve orta öğretimin hepsini getirmişlerdi. Demek ki bu başöğretmenin değil devletin emriydi. Herhalde Türkiye sathında tekrarlanıyordu.. Meydanın hınca hınç dolduğu kanaatine varılınca kürsüye İstanbul'dan gelen üniversite talebeleri çıktı. Ateşli nutuklar irat ediyorlardı Ana fikir şuydu: "Ya taksim ya ölüm". Küçücük ellerimizle kürsüde devleşen ağabeyleri alkışlıyor, ne anlama geldiğini bilmesek bile zaman zaman biz de hançeremizin olanca gücüyle bağırıyorduk "ya taksim, ya ölüm!" Pankartlarda Makarios'la Grivas'ı küçültücü karikatürler yer almaktaydı. Yıllar milletçe terennüm ettiğimiz ya taksim ya ölüm sloganlarıyla geçti. Nihayet bilinen gelişmeler oldu. KKTC kuruldu. Hep hayret etmişizdir. Ne zaman "Kıbrıs" dense sadece Londra ve Zürih Andlaşmalarından söz edilir. Bu kozlarımızı daraltmaktan başka bir şey değil. 3 Kasım seçimlerinden evvel Ankara'da sayın Süleyman Demirel'le Kuleli Ofis'te bir mülakatımız oldu. Suallerimizden biri oydu. "Efendim, neden Kıbrıs mevzubahis olunca sadece Londra ve Zürih andlaşmalarına atıfta bulunuluyor? Halbuki biz bu adayı Sultan Abdülhamid zamanında İngiltere'ye kiraya vermiştik. Sonra kiracı devlet, I. Dünya Harbi'ndeki zor günlerimizden istifadeyle adayı işgal etti.. Niçin bu hakikatler dile gelmez de 1959'da kalınır?" Demirel, bunun kendi tarihimize soğuk bakma, hatta hakaret illetinden kurtulamamanın eseri olduğunu ifade etti. Geçen sene bir dönem KBB-Kıbrıs Birleşik Devletleri çok sıcak bir şekilde gündeme geldi. İki taraf da konuya yakınlık duydular. Fakat o günler kısa sürdü. Tekrar eskiye dönüldü. Bugün Kıbrıs, çözümsüzlük noktasında. İşte bu noktada devreye Birleşmiş Milletler girdi. 12 Aralık'ta Kopenhag'ta Rum kesimine kesin tarih verilecek. İşaret edilen tarihe 1 ay gibi bir zaman varken Kofi Annan taraflara 150 Sayfalık bir Kıbrıs Planı yolladı. Plana 7 gün içinde cevap verilecek ve 11 Aralık tarihine kadar da müzakereler bitirilecektir. Gazeteler 30 yıllık meselenin 30 güne sıkıştırıldığını yazıyorlar. Yanlış yukarıdaki hatıraları boşa anlatmadık. Kıbrıs'ın kaç yıllık meselemiz olduğu verdiğimiz tarihler, incelenirse ortaya çıkar. Bizim içinde yer aldığımız mitingin üzerinden bile 40 sene geçti. Genel Sekreter'in planına gelince. Ortada bir plandan ziyade 150 Sayfalık "kitap" var. Okunacak-incelenecek, 7 günde cevap verilecek vs. Zamana dikkat ediniz. Evet devlette devamlılık esastır ama bir de fiili durum var. Bir hükümet gitmiş, diğeri henüz gelmemiş. Ankara, milli iradenin tayin ettiği başbakanı akıllı bir formülle en kısa zamanda yerine oturtmanın çaresine bakacağına statükoculukla uğraşmakta. KKTC cumhurbaşkanı hasta yatağında. KKTC ekonomisi hasta yatağında. Böyle bir dönemde Türklere anayasal haklarda, Rumlara toprak temininde avantajlar veren ve yine kısaca Birleşik Kıbrıs Devletleri diyebileceğimiz bir yapı hayata geçirilmek isteniyor. Maksat Kıbrıs'ı bütünüyle AB'ye almak. Şunun atlanmaması lazım. İsviçre ve Belçika modelleri rötuşlarla belki kabul edilebilir ama KKTC bölgesi yüzde 10 daha küçülürse kazanç mı olur kayıp mı? Bir taraf, toprak olarak genişlerken diğer taraf yine kâğıt üzerinde bir takım haklara kavuşuyor. O hakların bir benzeri 1960 anayasasında da vardı. Üstelik, Plan azınlık-çoğunluk esasına dayanmıyor denmesine rağmen dağılımlar yine o esas üzere yapılmış. Türkiye'den de askeri çekmesi isteniyor. Tabii konuşmak için erken. Üstelik daha Türkiye ve KKTC'den bir ses de çıkmadı. Şundan endişe ediyoruz. KKTC'de ajanların halkı kışkırtarak ayaklandırmaları. 25 bin kişi meydanlara toplanıp "ya AB ya ölüm derlerse" pirincin taşını kim ayıklayabilir? Böyle bir şey olabilir mi? İki taraf arasındaki ekonomik uçurumu unutmayınız. O itibarla Kofi Annan'ın "kitabı" peşin bir hükme kapılmadan soğukkanlılıkla okunmalı.