Önce duygular donuyor, sonra insanlar

A -
A +

Dağda Aç Kalmış Kurtları Doyuran Vakıflar... Osmanlıca'da büyük harf-küçük harf tefriki yoktu, isimleri de böyle yazılmıyordu ama bu unvanda vakıflar vardı. Dedelerimizle ninelerimiz, dağda aç kalmış kurtlarla dalda üşümüş kuşlardan bile kendilerini sorumlu sayarlardı. Onun için adam boyu karın dağ yamaçlarını sardığı, tipinin fırtınanın canavarlaştığı zor vakitlerde kurt denilen o yırtıcı hayvana bile merhamet edilir ve tehlikeli meşakkatler göze alınarak onlara et taşınırdı. Bu vakıflara ait malumat şimdi arşiv vesikaları arasındadır. Kuş Sarayları ise bazı tarihi duvarlarda bugün de olanca nakışlı güzelliği ile durmakta. Serçeler, bugün dahi oralara iltica etmekte. Sadece kurt-kuş düşünülmüyor, sadece onlara merhamet edilmiyordu. İnsana merhamet etmeyenin diğer mahlukata merhamet etmesi mümkün değil. Merhamet olmayan yerde ne vardır? Ecdadımızın medeniyeti bir vakıf medeniyetidir. Baştan aşağı sivildir. Hemen her işletme de bugünkü ifadeyle özel. Evlenememiş gençleri evlendirmeye varıncaya kadar vakıflar vardı. Hastaneler hep vakıftı. O hastaneler, bu asırda da aynen hizmet vermekte. Vakıf Gureba Hastahanesi ise ne yazık ki SSK'ya devredildi. Bunu yapanların başkaca günahı olmasa, bundan sonra da hiç günah işlemeseler, bu günah kendilerine yeter. Ne hakla bir vakfiyeyi kuruluş maksadından çıkartarak SSK'ya devredersiniz. Eğer 58. Hükümet hayırlı bir işe imza atmak isterse Vakıf Gureba Hastanesini asli haline hemen iade etmeli.  Kış günlerindeyiz.... Her taraf kar ve soğuk. Yollar buzlu. Geceler ayaz. Bu manzara herkesin gözünde değişik anlamlar kazanmakta... Hatta her canlı için farklı. Sokak çocuğu ile sokakta kalmış hayvanlar bakımından felaket. Evine odun-kömür alamayan fakir fukara için de felaket. Şairlere gelince... Dünü ve bugünü ve bugünün çarpıklığını en iyi onlar terennüm eder ama onlar nerede? Yalnızca yağan karın güzelliğini değil, hayatın ıstıraplarını da terennüm edecekler. Bir toplumda kaynaklar kuruyorsa edebiyatın da kaynakları kurumakta. Kış veya karakış ağırlaşıyor. İnsanlar yani çobanlar dağlarda donarak ölüyorlar. Peki... Osmanlı'dan o muhteşem medeniyetten uzağa düştünüz. İyi ama Avrupalı'yla bir medeniyeti paylaşmak istiyorsunuz. Yazın trafik kazalarıyla vatandaşlarını onar onar ölüme veren, kış gelince de yolda, belde, dağdaki vatandaşlarını donduranlar, Osmanlı medeniyetine de yeni medeniyete de ne kadar lâyıktır? Kış dediğiniz dün de vardı. Dünyanının diğer yörelerinde ve Avrupa'da da var. Yollardan önce duygular dondu. Önce duyguları yitirdik. Sonra insanı. Eğer dağda donan çobanı işitip de yüreğinizde birşeyler kopmuyorsa, titreyen çocuğu, titreyen köpeği, titreyen kuşu görüp de hemen unutuyorsanız siz kendinizden korkunuz. İşte o zaman bir zalim insanlığın başına musallat olur. O zalimin eliyle savaşlar çıkar ve bir zaman sonra herkes titremeye başlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.