PAYLAŞILAN TOPRAKLAR

A -
A +

Hizbullah, 1967’den beri İsrail işgali altındaki Golan Tepelerini neden bugüne dek vurmadı da İsrail Başkatili Binyamin Netanyahu’nun Amerikan Kongresinde alkışlanma utancının dünyada nefret uyandırdığı ve bu nefretten dolayı ABD’nin itibarının yerlerde süründüğü günlerde bunu yaptı?

 

Hem Washington hem İsrail, dünya gündemini değiştirme, alkış ahlâksızlığını unutturma peşindeler. Bundan dolayı Golan Tepeleri’ni bizzat İsrail’in vurması ve birkaç çocuğu katletmesi mümkündür. Eldeki veriler de bu ihtimali güçlü kılmaktadır. Vaziyete bakmalı ki bu tepeler, roketle vurulurken hayatını kaybetmiş 3-5 çocuktan dolayı Gazze Celladı, kendisinin on binlerce mâsumu katletmesini bir kenara bırakarak Gazze silahlı güçlerini çocuk katili olarak ilâna kalkışıyor.

 

Tepelere saldırının bizzat İsrail’den olması birinci ihtimaldir. Diğer ihtimal, Hizbullah’ın vurmasıdır. Hizbullah, İran’ın taşeron örgütüdür. Bölgede ABD ve Rusya’nın paralı silahlı şirketleri olduğu gibi İran’ın da taşeron silahlı kuvvetleri var. İran ve güdümündeki örgütler, bugüne dek Siyonistler ve Haçlılarla sadece göstermelik çatışmalar yaptılar. İran, her devirde; tarih boyunca yalnızca Müslüman ülkelerle savaştı.
Türkiye ile Türkistan arasında duvar olan İran, nihâyet Lübnan’daki Hizbullah yoluyla Akdeniz’e inmiş bulunmakta. Uzak mesafelerden gelen Rusya da tarihî gayesini gerçek yaparak bir zamandır O da Akdeniz’de. ABD bu Osmanlı Türk gölüne okyanuslar aşıp geldi. Saydığımız ve saymadığımız devletlerin elinden gelse Türklerin Akdeniz’e dürbünle bakmasına bile yasak getirirler. Bu sebeple tehlikeyi gözden hiç Irak etmeyip Mavi Vatan’ı tahkim etmek gerekir.

 

Bölgemizde fiilen 3 emperyalist unsur mevcuttur. Rusya, ABD, İran. İran, Basra Körfezi, İskenderun Körfezi, Aden Körfezi arasındaki üçgende kalıcı bir Şia varlığı inşa çabasındadır. Bu yolda hiç de küçümsenmeyecek mesafeler almıştır. Bu durum, bir bakıma İsrail’in “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail” yayılma emelinin aksidir. Aynı sahada İran da Sâsâni rüyası görmektedir. Rüyâ görme, “Neo Osmanlıcılık” ayıplanmasıyla sadece Türklere çok görülür. İran, sınırdaş bile olmadığı Lübnan’ı Hizbullah’la hâkimiyetine almıştır. Aynı şekilde güdümündeki Haşdi Şâbi güçleriyle Irak ve Suriye’de de mevcuttur. Tahran’ın hemhudut olduğu Irak’ta tehlikeli bir ağırlığı vardır. Aynı güçle komşu olmadığı Suriye’de de saha tutmuştur. Hayli uzağındaki Yemen’de ise Husiler üzerinden etkindir. Bütün bu gelişmeler bizi birinci dereceden alâkadar eder. İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de fiilen vardır. Türkiye’de halk, bu bölgede terör örgütüyle sömürgeci devletlerin olduğunu sanmakta. Hâlbuki vaziyet resmettiğimiz gibidir. Bölücü terör örgütünün de arkasında İran ve ABD ile Rusya vardır.

 

Bu noktada sorulması gereken sual şudur:

 

-Nükleer güç olmadığı, üstelik zâhiren bile olsa Batılı devletlerle ihtilaf yaşadığı, dünyanın ötekileştirdiği bu İran, nasıl oluyor da bahsettiğimiz koca coğrafyada nüfuz kurup tutunarak yerleşebiliyor?
Cevabı basittir:

 

-İran, inanç ihraç etmekte; bahsi geçen her yerle Şia köprüleri kuruyor. İran, 6 asır evvel de Anadolu’ya Şia sömürgecisi Şahkulu adlı inanç çelici ajanlarını yolluyordu. Yavuz Sultan Selim Han’ın ileri görüşlülüğü olmasaydı, Anadolu Şiileşmiş ve İranlaşmıştı. İran, rejim itibariyle şahlık da olsa cumhuriyet de olsa O’nun her devirdeki vazgeçilmez büyük hedefi, Şia itikadını yaymaktır. Şimdi de yakın ve uzak çevreye Şia ihraç etmektedir.

 

Bu zaviyeden bakıldığında Türkiye, bir asırdır geriye düşmüştür. Bu gerçek artık görülmeli ve gereği yapılmalıdır. Türkiye’nin dönemine göre Türkçülük, Kemalizm, Atatürkçülük ihraç etmesi söz konusu olamazdı. Âlemşümul olmayan fikirler ihraç edilemez. Saydıklarımız yereldir. Laikliğin kabulü ve dahası onun da laikçilik dayatmasına dönüştürülmesi bölgemizle ve fiilî varlık ve mânevî değerlerde yakın milletlerle aramızdaki köprülerin yıkılmasına yol açmıştır. Türkiye, bir asırdan bu yana Doğu ve Batı arasında içe kapanık yaşadı. Yurtta Sulh Cihanda Sulh, çekingenliğin, yalnızlığın seslendirilmesiydi.

 

Bu uzun ve geniş bahis üzerinden esaslı bir muhasebe yapılmazsa sıkıntı ve kayıplarımız sürüp gider.
Dinden, dilden, dünden kopmuşluğun bedelini ağır ödedik, ödemeye de devam ediyoruz.

 

Bir yeniden silkinme ve doğrulma dönemi inşa etmemiz şarttır. Büyük Türkiye, Cihân Devleti Türkiye, Türkiye Yüzyılı, Kızılelma Ufku kavramları budur ama süratle bunların içini doldurmazsak değişen olmaz. Dün de bugün de yarın da her şeyiyle bizimdir. Devletler, hesap-kitap da yaparlar. Bu muhasebe yapılırken haktan zerrece taviz vermeden devlet ve milletin âli menfaatlerini ve tüyü bitmemiş yetimleri, düşünerek şeref duyulacak bir külliyat, yüz senelik bir yol haritası hazırlamak gerekir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.