Ümmet kavramının en kuşatıcı anlamı şudur; bir Peygambere ve o Peygamber vasıtasıyla yüce Allah’ın emirlerine îman eden insanların tamamı. Hangi Peygambere tâbi iseler ona izafetle adlandırılırlar. İsevî, İsa aleyhisselâma, Musevî, Musa aleyhisselâma, Muhammedî Sevgili Peygamberimize tâbi olanlara verilen sıfatlardır. Bunların her biri kendi Peygamberinin ümmetidir. Ümmet mensupları ırk, dil, hars olarak farklı, fakat îman olarak aynıdır. Arapların çoğu Müslümandır, fakat Hıristiyan Araplar da vardır. Bunlardan yalnızca Müslüman olanlar, Ümmeti-i Muhammed’dir veya İslâm Ümmetindendir. Sarı veya siyah yahut beyaz… tenden olan insanlar da değişik dinlere mensupturlar. Bağlı oldukları, yolunda yürüdükleri Peygambere ve daha yerinde bir ifadeyle Resule yani kitaplı Peygambere göre mensubiyetleri belli olur.
Sevgili Peygamberimiz, son Nebi, son kitaplı Peygamber yani son Resuldür. Bu sebeple o iki cihan güneşine ve O’nun getirdiklerine inanan insanlar "ümmet-i ahir zaman"dır. Peygamberimize îman eden herkese "ümmet-i icabet" denir. Bunun dışında kalan bütün insanlık "ümmet-i da’vet"tir. Bugün gayrimüslimdir; yarın müslüman olabilir.
Ümmet kavramının bir diğer karşılığı da cemaat, topluluk, taife ve millet demektir. "İslâm milleti" tâbiri yakın zamanlara kadar kullanılırdı. Kısmen de olsa devam etmektedir. Buradaki "İslâm milleti" deyimi bugün kullanılan mânâda değildir. İslâm dîni ve Ümmet-i Muhammed demektir.
Kelimelerin bir neş’et ettiklerinde, çıktıklarında anlamları vardır bir de zaman içinde kazandıkları. Değişebilir, yer değiştirebilir, farklılaşabilir. Millet de ümmet gibi kök olarak Arapça bir kelimedir. Çıkışta ve çok uzun asırlar boyunca din, şeriat, topluluk gibi mânâlarda kullanıldığı hâlde Fransız İhtilalinin etkisiyle yirminci asrın başından itibaren "nation" kelimesine mukabil kullanılmıştır. Kelime "ulus" demek iken bizde ulus daha dar bir kavmî topluluğu ifade ettiği için genel kabul olarak "millet" kelimesi benimsendi. Bunda da onu yüzyıllarca tasarruf etme sıcaklığının tesiri olsa gerek.
Bugün "millet" dendiğinde aynı soydan olan aynı din, dil, vatan, bayrak ve kültüre tâbi dayanışma ve birlik içindeki insanlar yekûnu anlaşılmaktadır. Milletine değer vermeye, onu sevmeye milliyetçilik denmekte. Fakat bu, kan esasına dayalı ırkçılık değil kültür, hars, irfan birlikteliği olarak telakki edilmektedir…
Görüldüğü gibi çağımızda milletlerin bir millet olarak bir de din olarak aidiyetleri mevcuttur. Neredeyse Türk Bayrağının aynısını kullanan Huiler, Çin’in 56 etnik kısmından biridir. Lisan ve fizikî görünüş olarak Han ulusundan olan bu Müslüman Çin vatandaşları 11 milyondur. Değerlendirdiğimiz malumatla bu kardeşlerimizi tasnif edersek bunlar İslâm ümmetindendir. Bundan dolayı "kardeş" diyoruz. Aynı Çin’de bir de işgal altında yaşayan Uygur Türkleri vardır. Onlar hem din ve hem de millet olarak kardeşimizdir. Uygurlar, Türklerin Oğuz kolundandır. Bir Boşnak veya Filistinliye "kardeşimiz" dediğimizde kastettiğimiz din kardeşliği yani aynı ümmetin ferdleri, bireyleri olmamızdır.
İnsan bir ailede yaşar; aile, kişinin ferd, birey, bir şahsiyet olmasına mâni değildir. Bir şehirde yaşar, şehir de mâni değildir. Bir yerde çalışır o da mâni değildir. Bir millete mensuptur, yine birey, şahsiyet olmasının önünde mâni yoktur. Bir kişi, bir ümmete mensup olduğunda da şüphesiz ki bir bireydir ve şahsiyet sahibidir. Bir insanın, Ümmet-i Muhammed’e dâhil olması, Kelime-i şehâdet getirmesiyle başlar. Bir ferd, birey "ben Müslümanım!" diyorsa tarafını belli etmiştir. "Ben Müslümanım" yahut "elhamdüllillah Müslümanım" demek "ben, Musevî, İsevî, Hindu, Putperest vs. değilim" demektir. Ümmetçilik, Fransız İhtilali menşeli… izm’ler devrinin bir yakıştırmasıdır. Müslüman, dâvâsının lafını etmez, onun gereklerini yaşar. Muhteşem Süleyman, 15 bin km ötedeki Açe Sultanlığı’na askerî yardım gönderirken "ümmetçilik" yapmıyordu. Portekiz sömürgeciliği karşısında darda kalan din kardeşlerimizin imdadına koşuyorduk. Şimdilerde İsrail karşısında zorda kalan Filistin’e yardım ettiğimiz gibi, Avrupa’nın iliklerine kadar sömürdüğü Somali’de yeniden devlet kurduğumuz, Karadağ, Bosna, Fırat Kalkanı Bölgesi, Libya ve Afganistan’da bayrak dalgalandırdığımız gibi. Bu sebeple Kanuni ve levendlerini rahmetle yâd ediyoruz.
Bugün, saydığımız ve sayamadığımız daha nice yerlerde şanlı Bayrağımızı dalgalandıran TİKA, Kızılay, Maarif Vakfı ve Yunus Emre Enstitüsüyle artık bayrak taşıyıcımız hâline gelmiş olan TRT’ye teşekkür de ederiz. TRT günümüzde -şükür ki- uzun yıllar mücadele verdiğimiz ve reklam metninde Allah kelimesinin üstü çaprazlama çizilerek "bu kelime TRT’den geçemez!" denilen bir kurum değildir. Bu dehşetli hadiseyi biz, bizzat yaşadık. TRT artık millî bir müessesemizdir. Bu itibarla ekran ve mikrofonu teslim ettiği isimleri seçerken çok daha dikkatli çok daha özenli olmalı.
Bizler, İslam Ümmetindeniz ve Türk milletindeniz. Başka ırklardan din kardeşlerimiz de kendi aidiyetleriyle bunu böylece söylerler. Allahü teâlâya kul, Sevgili Peygamberimize ümmet olmak, şereflerin en ulvisidir. Bu şeref, birey olmayı, şahsiyet sahibi olmayı zaafa uğratmak bir yana kişiyi mânen güçlendirir.
Biz, her zaman hem ümmet ve hem de millettik.
Böylece de devam edeceğiz…
*
TDK’nın "ümmet" tarifi eksiktir:
"Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini
Uygulayarak çevresinde toplanan Müslümanların tümü."
Madde böyle...
İşaret zamiri, O’nun şeklinde yazılmadığı için gramer olarak da hatalı bu cümle, maalesef bir oryantalist üslubunu hatırlatmakta. "… çevresinde toplanan ve yolunda giden Müslümanların hepsi" denmeliydi. Aradan 40 küsur yıl geçtiği hâlde Türk Dil Kurumu, milletle kavga edilen o eski zamanların tesirinden hâlâ kurtulamadı.
TDK’yı "Türkçe’nin sancaktarı!" diye takdim edeceğimiz günleri dört gözle bekliyoruz.