Çorumlu bir arkadaşım var. Çocukluk günlerinden bahsederken şunları anlattı:
“Beşinci sınıfa giderken arkadaşlarla yanımıza 8-10 tane çuval alıp dereye inerdik. Önce çuvalları toprakla doldurup dereye set yapardık. Oluşan havuzun içindeki suyu kovayla boşaltıp biriken balıkları kolayca yakalayıp bir tenekeye doldururduk. Yaklaşık 3 kilometre uzakta, ayçiçeği tarlalarının ortasında sulama için yapılmış bir havuz vardı. Oraya kadar yürüyüp havuzun kenarında bir ateş yakar ve balıkları dallara geçirip kızartırdık. Ziyafetten sonra da biraz havuzda yüzüp eve dönerdik.”
Bu arkadaşın yaşadığı yıllarda müfredatta düşünme veya problem çözme becerilerine yönelik hiçbir şey yoktu. Kodlama, zekâ oyunları ve yaşam becerileri atölyesi de yoktu. Okulda STEM projeleri yapmıyorlar, kulüpten kulübe koşturmuyorlardı.
Şimdi hepsi var mı? Evet.
Peki Çorum’un köyündeki o çocuk, şu anda okullarda yıllara yayılan kazanımları bir günde yalayıp yutmuş mu? Evet.
Peki bugün 4. sınıfa giden bir çocuğu tek başına pazara balık almaya gönderebiliyor muyuz? Hayır.
Bırakın ateş yakıp balık pişirmeyi, ocakta çorba ısıtabiliyorlar mı? Yine hayır.
“Bana balık verme, balık tutmayı öğret” atasözünü de geçtik. Balığı pişirip, kılçıklarını ayırıp, üstüne bir de YouTube videosu açmadan bir şey yemiyorlar. İşin kötüsü çocuğu kendi ayakları üzerinde durabilsin diye tedbir alanlar ilgisizlikle suçlanıyor.
Bir tanıdığım çocuğunu TYT sınavına tek başına göndermişti. Akrabaları falan acayip suçlamışlar adamı. “Bu önemli günde çocuk tek başına bırakılır mı?” diye topa tutmuşlar.
O da bana anlatırken demişti ki; “18 yaşındaki bir çocuk sınava tek başına gidemiyorsa, Temel Yeterlilik Sınavından ful çekse ne yazar!”
Bu lafın üzerine yorum yapılır mı? Hayır.
Servis var mı?
1990 yılı ve sonrasında doğanların çok iş değiştirdiğine dair bir makale okudum. Bir yerde sebat edemiyorlarmış. Kafaları attığı anda ortam değiştiriyorlarmış. Baskı altında çalışamıyorlarmış falan…
Peki niye böyleler, biliyor musunuz? Şöyle açıklayayım;
Bir çocuk sınıfta bir arkadaşıyla tartıştığında velisi anında okula geliyor. Ortalığı birbirine katıyor. Bu çocuk büyüyüp iş yerinde mesai arkadaşıyla sıkıntı yaşayınca kendisi çözemiyor hâliyle. Birilerinin gelmesini bekliyor. Kimse gelmeyince de kendisi gidiyor.
Veya öğretmen çocuğa ödevini yapmadı diye bağırıyor. Çocuk bu olayı evde anlatınca babası, “Sana nasıl bağırabilirler ya? Biz bile sesimizi yükseltmiyoruz sana” diye yükseliyor. Ertesi gün okulda tansiyon yükseliyor. Bu çocuk büyüyüp işini düzgün yapmadığı için müdürü tarafından fırçalanınca ve ertesi gün iş yerine onu savunmak için kimse gelmeyince iş değiştiriyor.
Eskiden okulda öğretmenden dayak yediğini söyleyen çocuklar bir posta dayak da evde yerdi. Tamam, bu da savunulacak bir şey değil ama kantarın topuzu çok fena kaçtı. “Özel okula dünya kadar para verdik. Çocuk akşama kadar tahta sıranın üzerinde oturuyor” diyen veliler var mesela.
Sonuçta öğretmeni tarafından hafifçe azarlanınca bunalıma giren çocuklar, patron tarafından hafifçe azarlanınca işten çıkıyor işte. Niye şaşırıyoruz ki?
Bir paylaşım görmüştüm. “Cihada gidiyoruz desek servis var mı diye soracak bir nesil yetişiyor” yazıyordu.
Bence durumu gayet net açıklıyor.
Salih Uyan'ın önceki yazıları...
Ne yorum yazabiliriz ki her şey yazılmış kalemine sağlık
Kalemine Yüreğine sağlık.