Ben çocukken sabahları henüz güneş doğmadan zilimiz çalardı. Yatağımda uyanır ve babamın kapıya doğru koşuşunu duyardım. Sonra otomatiğin sesi gelirdi. Ve belli belirsiz ayak sesleri apartmanda…
O zamanlar ben Türkiye’deki bütün evlerin zilleri her sabah çalar ve her kapıya bir gazete bırakılır zannederdim. Ve bütün evlerde gazeteciyi bekletmemek için koşan babaların telaşlı ayak sesleri yankılanır diye düşünürdüm.
Bir pazar günü evimize elektrikçi geldi. Kapıdan yatak odasına doğru bir hat çektiler. Anneme, “Bu ne?” diye sordum. “Yatağın kenarına otomatik yaptırıyoruz” dedi annem.
“Niye ki?” diye sordum.
“Gazeteciyi kapıda bekletmemek için” diye cevap verdi annem.
O günden sonra da her sabah zilimiz çalmaya devam etti. Ama artık babam koşmuyor, yattığı yerden kolunu uzatıp otomatiğe basıyordu.
Babamın dağıtıcıya olan hürmeti hiç aklımdan çıkmadı. Kapı kapı, şehir şehir yayılan sadece bir gazete değil, bir davaydı demek ki! Ve her sabah çalan zille bir ders başlıyordu aslında.
Büyüdükçe öğrendim. Öğrendikçe büyüdüm...
***
Her sabah gazeteyle birlikte kocaman bir hayat gelirdi evimize ben çocukken. Mayısta leylak, şubatta is kokardı sayfalar. Ve küçük bir Türkiye yaşardı sayfaların içinde. Elime alınca o titreşimi hissederdim.
Kimi gün manşette gök gürler, yıldırımlar düşerdi iç sayfalara iri puntolu harflerle. Kimi gün de başlıklar kuş cıvıltısı gibi sayfaya yayılır, haberler incecik bir dere gibi şırıl şırıl akardı satırlar arasında.
İlk sayfada hükûmetler kurulur, savaşlar çıkar, ateşkesler imzalanırdı. Bazen sayfanın mürekkebine şehit annelerinin gözyaşları bulaşır, babasının tabutuna sarılan minik bir çocuğun nemli bakışları gün boyu evin içinde dolaşırdı.
Birinci sayfanın kafası atık, kaşları çatıksa orta sayfayı açardım hemen. Sayfalar hışırdarken iklim değişir, tüm kelimeler gülümsemeye başlardı.
Gazetemizin kurucusu “Bu gazete orta sayfası için çıkıyor” derdi hep. Çocuk aklımla, “O zaman niye sadece orta sayfa çıkmıyor?” diye düşünürdüm. Sonra da “Gerçi o zaman da çok ince olur” derdim kendi kendime.
Meselenin ne kadar ince olduğunu büyüyünce öğrendim.
***
Biz beş kişilik bir aileydik. Annem, babam, abim, gazetem ve ben. Her sabah Türkiye gazetesine uyanır, gün boyu el ele odadan odaya dolaşırdık.
Artık zilimiz çalmıyor sabahları ama her gün kapının yanındaki sepetin içindeki gazetemle selamlaşmaya devam ediyorum.
Asansörü beklerken manşetine bakıyorum ayaküstü. Sonra da “Bu nasıl bir sadakattir ya Rabbi?” diye düşünüyorum. Bir ömür geçiyor ve gazetem yanımdan hiç ayrılmıyor.
Bazen katıldığım programlarda “Yazarlık kariyerinde hedefiniz nedir?” diye soruyorlar.
“Ben kariyerimin zirvesindeyim” diyorum. Sonra da “Türkiye gazetesinde bir köşem var. Daha gidecek yol yok bana” diye ekliyorum.
Çok şükür!
Salih Uyan'ın önceki yazıları...
Rabbim daha nice yıllara gençliğimize ışık tutacak rehber olacak bu güzel gazetemiz ve sizin gibi dava şuuru olan tüm arkadaşlararımızdan Allahüteala razı olsun Rabb'im sağlıklı hayırlı ömürler versin inşallah