Bazen hayatımızı çok ufak hesaplar üzerine kurduğumuzu fark ediyorum. Sanki arka planda bir yazılım var ve attığımız her adımda kâr-zarar hesabı yapıyor. Biz de bu hesabın sonucuna bakıp ona göre bir yön seçiyoruz.
Mesela ev alırken sevdiğimiz semtleri değil, hangi semtte ev fiyatları daha çok artacaksa orayı seçiyoruz.
İkinci elde satarken kâr edelim diye hiç sevmediğimiz arabalara biniyoruz.
Evimizi boyatırken internette hangi renklerin moda olduğuna bakıp, öyle karar veriyoruz.
Daha çok para kazanmak için hiç sevmediğimiz bölümlerde okuyor, nefret ettiğimiz işlerde çalışıyoruz.
İş yerinde en iyi anlaştığımız kişiye değil, en çok menfaat göreceğimiz kişiye yanaşıyoruz.
Sevip saydığımız insanları tanımak yerine, güçlü bir network için tanıdığımız insanları sayıyoruz.
Evlilikte çift maaş konforunu bozmamak için patrona full-time çalışıyor, çocuklara part-time ebeveynlik yapıyoruz.
Özetle bu hesap-kitap işi bizi yedi bitirdi. Ama büyük bir inatla kısacık dünya hayatını ufacık hesaplarla heba ediyoruz. İyi bir gelecek uğruna gençliğimizi bozuk para gibi harcıyor, yaşlanınca da biriktirdiğimiz paraları doktora, ilaca veriyoruz.
Artık biraz durup soluklanmak ve gerçek kazancın ne olduğunu sorgulamak lazım. Çünkü küçük hesaplar yaptıkça büyük kaybediyoruz.
Bertrand Russell’ın Eğitim ve Toplum Düzeni kitabında çocuk eğitimiyle ilgili önemli bir paragraf var. Şöyle diyor Russell;
“Biri temiz, öbürü pis iki çocuk görürseniz, temiz çocuğun anne-babasının pis olanınkinden daha yüksek gelire sahip olduğunu düşünürsünüz. Bu nedenle, gösterişçiler çocuklarını çok temiz tutmaya çalışırlar. Bu iğrenç bir baskıdır; çocukları, yapmaları gereken birçok şeyden alıkoyar. Çocukların günde iki defa temizlenmeleri sağlık yönünden iyidir; sabah kalkınca ve akşam yatarken. Geri kalan zamanda dünyayı anlamak için sağı solu kazmalı, giyeceklerini kirletmeli, çamurlu ellerini yüzüne sürmelidir. Çocukları bu tadımlardan yoksun kılmak, onların girişimciliklerini öldürüp, yararlı kas alışkanlıkları edinmelerini önler.”
Bu durumda, “Eyvah, çocuğun tişörtünün önü leke olmuş. Konu komşuya rezil olacağız” diye kaygılanmanın bir âlemi yok. Çünkü çocukluk dönemine toza, çamura bulanmak yakışır. O saçlar terle alına yapışacak. Lekeli ve neşeli bir hayat akıp gidecek.
Çocukluk, bir su birikintisi gördüğünde sert bir şekilde tam ortasına basmayı gerektirir. İzin verin de şimdi bunu yapsınlar. Çünkü zaten bir ömür o su birikintisinin üzerinden atlayacak...
İş dünyası çok garipleşti. Ne iş yaptığı asla anlaşılmayan insanların sayısı hızla artıyor. Anlayamıyorsunuz çünkü aslında bir iş yapmıyorlar. Sadece konuşuyorlar.
Ya kardeşim, akşama kadar şirketle ilgili konuşarak çalışılır mı? Şirketin uzun vadeli hedefleriyle ilgili uzun cümleler kurarken mesai bitiyor.
Siz hiç sabah mesaiye toplantıyla başlayan berber gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü ortada somut bir iş olduğu için toplantı ihtiyacı olmaz. Müşteri yoksa telefonda takılırlar. Müşteri varsa saç keserler. Olay bu kadar basit.
Bence birçok şirket bu yüzden batıyor. “Hangi işi nasıl yapalım, vizyon belgesine ne yazalım?” diye tartışırlarken tren kaçıyor.
Erdoğan, Putin’le görüşüyor. Konu Ukrayna’daki savaş, tahıl koridoru, Orta Doğu’daki dengeler falan… Toplantı süresi 45 dakika. O sırada ufak bir ihracat şirketinde altı kişi toplanıp altı saat toplantı yapıyorlar yine konular bitmiyor.
Bu işte bir sakatlık yok mu?
“Bugün o kadar yoğundum ki hiç çalışamadım” cümlesi aslında durumu güzel tarif ediyor.