Bir keresinde oruç tutamayan bir tanıdığım, “Sana hayret ediyorum. Çalışırken oruç tutmayı nasıl becerebiliyorsun?” diye sormuştu. Yüzünde bana acıyormuş gibi bir ifade vardı. Sonra birkaç kez oruç tutmayı denediğini ama iş yerinde performansı düştüğü için vazgeçtiğini söyledi. Konuşmasını, “Çalışmak da bir ibadet sonuçta hocam” diyerek sonlandırdı.
O anda bir şey diyemedim. Ama akşam iftarı yapıp çayımdan ilk yudumu alınca sahneyi kafamda tekrar canlandırıp şöyle bir cevap verdim:
Bak arkadaşım!
Eğer inanmıyorsan zaten oruç tutmazsın. İnanıyorsan ve mazeretin olduğu için tutamıyorsan yine mesele yok. Ama eğer inanıyorsan, bir özrün yoksa ve sırf zor geldiği için oruç tutmuyorsan asıl ben sana hayret ediyorum. Ve senin adına üzülüyorum.
Çünkü asıl eziyeti ben değil, sen çekiyorsun. Niye mi?
Çünkü sen iftar vaktine doğru ruha şifa veren, zihindeki gürültüleri dindiren o sükûnetin huzurunu yaşayamıyorsun. Sahur vakti sofraya altın tozu gibi serpilen o mahmur saadetten mahrum kalıyorsun. Her gece davul sesini duyup mutlu olmak yerine sinir oluyorsun.
Çocuklarınla güler yüzlü ramazan hatıraları biriktiremiyor, akşam ezanıyla birlikte yaşanan o eşsiz şölene katılamıyorsun.
Gün boyu çay kahve içiyorsun ama iftardan sonra çaydan alınan o ilk yudumun hazzını tadamıyorsun. İftar davetlerine mülteci gibi gidiyor, belli etmemeye çalışsan da bayrama buruk giriyorsun.
Yine pek çaktırmıyorsun ama hesap gününde “Niye oruç tutmadın?” diye sorulduğunda nasıl cevap vereceğini düşünüp tedirgin oluyorsun. Bu tedirginliği gidermek için kendine mazeret üretirken de kendini tüketiyorsun.
En önemlisi de sana maaş veren patronunu memnun etmek için performansını düşürmüyorsun ama sahip olduğun her şeyi verenin emrine uymak için aç kalmayı göze alamıyorsun.
Sırf aç kalmak zor geliyor diye bu kadar eziyete gerek var mı? Bence yok.
Kim kime acısın şimdi?
Son zamanlarda sosyal medyada ilginç bir cümle çıkıyor karşıma; “Hayatıma giren herkese teşekkür ederim.”
Bunun ne anlama geldiğini bir türlü çözemiyordum. İnsan hayatına girip çıkanlara niye teşekkür etsin ki diye düşünüyordum ki geçenlerde bir aydınlanma geldi.
Hani dizilerin sonunda bazı markalara, mekân sahiplerine, belediyelere falan teşekkür yayınlarlar ya! Film biter, jenerik akar, en sonda yapımcılar para vermeden iş gördürdüklerine teşekkür ederler hani… Ona benziyor sanki bu durum.
Bu açıdan bakıldığında filmin başarısını ve gişe hasılatını kutlarken, arka fonda kullanılan figüranlara da üst perdeden teşekkür eden narsistik bir cümle gibi duruyor.
Yaşanan ilişkilere bakınca, “Hayatına girdiğim herkesten özür dilerim” cümlesi daha uygun gözüküyor aslında. Ama yok! Onlar giren çıkana teşekkür ediyorlar.
Rica ederiz. Sizin hayatınıza bir nebze de olsa girebildiysek ne mutlu bize!
Kitapyurdu sitesinin 2024 Okur Ödülleri yarışması yapıldı. Benim kitabım da bu yarışmada 20 kitapla birlikte finale kaldı. Finalde uzun bir süre zirveyi zorladı. Sonra “Zorla güzellik olmaz” deyip ikinci oldu.
Açıkçası bayağı birincilik hayali kurmuştum. Bu yüzden biraz canım sıkıldı. Ama sonra bir arkadaş beni teselli etmek için şunu anlattı;
Yeşilçam’da birisinin kariyerini bitirmek istediklerinde, çok yüksek kaşeyle bir rol teklif ederlermiş. Artist o filmde oynadıktan sonra iflah olmazmış. Çünkü sektörde “Benim kaşem bu, bir kuruş aşağıya inmem!” havalarında gezermiş ve hiç iş bulamazmış.
Ne yalan söyleyeyim bunu duyunca teselli buldum. Bu durumda zirveyi zorlamak daha iyi bir başarı hikâyesi gibi… Birinci olup iflah olmamaktansa, ikinciliğe eyvallah demek daha iyi.
Bu yüzden ikinciliğimle gurur duyuyor ve destek veren okuyucularıma teşekkür ediyorum. (Mahcup gülme emojisi)
Salih Uyan'ın önceki yazıları...
Teşekkürler. Hayallerinizi yaşamanızı diliyorum.